Pamuk yerine Sezai Karakoç

Kültür ve Turizm Bakanlığınca her yıl verilen Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nün bu yılki sahibinin Şair Sezai Karakoç olduğu açıklandı. Söz konusu ödülün Nobel ödüllü Orhan Pamuk'a verilmesi de gündeme gelmi&#

Kültür ve Turizm Bakanlığınca her yıl verilen Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nün bu yılki sahibinin Şair Sezai Karakoç olduğu açıklandı. Söz konusu ödülün Nobel ödüllü Orhan Pamuk'a verilmesi de gündeme gelmişti. Kültür ve Turizm Bakanlığından yapılan yazılı açıklamada, Bakanlık tarafından 1979'dan bu yana her yıl verilen Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nün bu yılki sahibinin Sezai Karakoç olduğu bildirildi. Açıklamada şöyle denildi: "Karakoç, insanda insani duyguların canlı algılar halinde yaşayarak gittiği büyük şiir yatağında akması, insanlık macerasında, ruhun ve milletimiz özelinde yüksek bir ifadeye kavuşmuş olan tarihi yeniden yapılanma fırtınalarını şiirlerinde yansıtması sebebiyle ödüle layık görüldü. Şiirlerinde çarpıcı benzetme ve imgelerle, daha önce denenmemiş sentezlere ulaşan bir sanatçı olarak tanınan Karakoç, Türk edebiyat dünyasında mümtaz bir yere sahip bulunmaktadır." Ödül, Türk kültür ve sanatının gelişmesine, yurt ve dünya düzeyinde çalışmalarıyla kültür ve sanatın yüceltilmesine katkıda bulunan kişi, topluluk ve kuruluşların devlet adına ödüllendirilmesini amaçlıyor. Sezai Karakoç'un Hayatı Sezai Karakoç, 1933 yılında Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde dünyaya gelir. Babası Yasin Efendi’nin koyduğu isim Muhammed Sezai’dir. Nüfus kayıtlarında Ahmet Sezai olarak geçer. Dedeleri, Ergani ve yöresinde oldukça etkin kişilerdendir. Babasının babası Hüseyin efendi, Plevne savaşına katılmış; Gazi Osman Paşa’nın takdirini kazanmıştır. Aile Leventoğulları olarak anılır. Şairin çocukluğu Ergani, Maden ve Dicle ilçelerinde geçer. Altı yaşında ilkokula başlar ve 1944’te Ergani’de ilkokulu tamamlar. Maraş ortaokuluna parasız yatılı öğrenci olarak kayıt yaptırır.1947 de burayı bitirerek Gaziantep’te yine parasız yatılı lise öğrenimine başlar. Gaziantep lisesinden 1950’de mezun olur. Felsefe okumak istediği için İstanbul’a gider. Fakat babasının arzusu ilahiyat fakültesidir. Kendi parasıyla okuyamayacağını anlayınca, o zaman parasız yatılı kısmı bulunan Siyasal Bilgiler Fakültesi sınavına girer. Sınav sonuçlarını beklerken de Felsefe bölümüne kayıt yaptırır. Eğer sınavı kazanmazsa felsefe eğitimi yapacaktır. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesini kazanarak başladığı yüksek öğrenimini, 1955’te fakültenin mali şubesinden mezuniyetle tamamlar. Pek çok resmi görevde bulunur. Görevi icabı Anadolu’yu çok gezer ve birçok il, ilçeyi inceleme, tanıma fırsatı bulur. 1960-1961 yıllarında yedek subay olarak askerlik görevini yerine getirdikten sonra görevine kaldığı yerden devam eder. 1965’ten 1973’e kadar birçok kez istifa eder. 1973’ten bu yana da hiçbir resmi görev almaz. Kurucusu bulunduğu ‘Diriliş Yayınları’ ve ‘Diriliş Dergisi’ ile İstanbul’da hizmete devam eder. 1990 yılında ‘Güller Açan Gül Ağacı’ Amblemiyle Diriliş Partisini (DİRİ-P) kurar. Yedi yıl Partinin Genel Başkanlığını yürütür. Ancak 1997’de iki genel seçime girmedi gerekçesiyle parti kapatılır. Devlet, millet ve medeniyet kavramlarına farklı boyutlarda anlam yükleyen Sezai Karakoç’un kırk-bir yıllık ‘Dirilişâ€™ doktrini etrafında düşünsel alanda bir Diriliş Nesli oluşur. Şiir, sanat ve düşünce ile yüklü hayatına, çilesine, duygu ve duyarlıklarına değinmek çok da kolay değil. Bunun için büyük bir çalışma gerekir. Kısaca, ‘şiir üslubu bakımından, az çok İkinci Yeni’ye yakın sayılsa da, şiirinde işlediği temalar, inandığı değerler bakımından şiirimizde yeni ve değişik bir sestir’ demek mümkün. Şiir Kitapları: Körfez (1959), Şahdamar (1962), Hızır'la Kırk Saat (1967), Sesler (1968), Taha'nın Kitabı (1968), Kıyamet Asisi (1968), Mağara ve Işık (düzyazı şiirler, 1969), Gül Muştusu (1969), Zamana Adanmış Sözler (1970), Ayinler (1977), Leyla ile Mecnun (1981), Ateş Dansı (1987)... ŞİİRİNDEN 2 ÖRNEK ADAK IŞIĞI Sıcak yaz göklerinde Önde uzanan ovada Birden bir ışık sağdan Bir ışık soldan çıkar Ve bunlar Şimşek hızıyla birbirlerine ulaşırlar Bunu halk adak için uğur sayar Derler: Leyla ile Mecnun buluştular Bu göz açıp kapama anında Ne varsa dile muradında Mutlak yerine gelir arzun Yerde kavuşmayanlar gökte kavuşurlar Ve bir uğurlu anda Kavuşmak isteyenleri kavuştururlar ALINYAZISI SAATİ (İSTANBUL) Yeryüzüne ayı indir o bir şehir olsun Yaklaştıkça büyüyen Ayrıntıları setleri bahçeleri Yumuşak çizgileriyle ortaya çıkan İşte ben o şehri yaşadım yıllarca İstanbul'da parça parça Çeşmelerinde ayı yaşadım Servilerinde ayla birlik bölündüm Ayla birlik yaralandım İstanbul mezarlıklarını aydınlatan ayla Soludum bölük bölük ahiretin Keskin çizgili özgürlüğünü Kanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesi İçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri Kutsallığın ballı biberli çilekli çile kevserini İstanbul'dur bu otuz yıl kana kana yaşadığım Taşlarına adeta resmim işledi Ben İstanbul'da dağıldım zerre zerre İstanbul damla damla içimde birikti Mermer tozu gelip gelip içimde oluştu bir şehir Bu yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdir O bir kılıçtır Doğudan Batıya uzanıp Çin ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölen Darbeleriyle Batı çeliğini lime lime eden O Tanrı'nın kılıç halindeki hilali İslam ruhunun kristalleşmiş heykeli İçimin sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehri İstanbul'a gel oruç günleri gez gör ve dinle derinden Taştaki oymalarını incele bir er gözüyle Semerkant'tan kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri Camileri mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri Git Sümbülefendi'ye servilerden sor olan biteni Merkezefendi'de tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini Bağdat'ta ebedi bağı ruhun ve ilahi hikmetlerin Şam'da son sınırı manevi medeniyetlerin Kozmik bakış metafizik sezgi Bağdat'tan dal, Şam'dan yaprak Diyarbekir'den çizgi Hep İstanbul'da kırık dökük Parçalanmış silinmiş sönmüş Hayaletler gibi kaçmış gizliliklere Loş boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusu Sabah Karacaahmet'te öten şafak kırmızısında savaş borusu Sökün eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçeriler Su şırıltısından gök gürültüsüne değin Bütün seslere düzen vermiş ebedi mehter Yok olduysa bu şehir ruhu ruhuma sindi Ben yaşadıkça o yaşayacak bende Kimbilir belki o da dirilecek benimle İslam Milletinin dirilişinde O yeniden güneşin güneş ayın ay ve dünyanın dünya İnsanın insan olduğu o günde Ölümün biliyorum ey İstanbul diriliş içindir Öyleyse indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağa Doğrul ve kalk ayağa Kemiklerinle etin arasında Sonsuz güç topla korku ve muştuyla Mucize muştusuyla Yüreğim yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğim Fırtına yaprak yaprak dökülüyor Gecenin tüyleri savruluyor havaya Ölümümü kutlayan Arz oğullarıyla Mübarek toprağın anlamından bile yoksun Taşın demirin mermerin ve tozun metafizik kadrine bile düşman Kabus ruhumu çalmak isteyen hırsız Madde dönüşür binbir şeye ama ruh kaybolmaz Altın madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmaz Ve ben kardan geldim ama denizi üstlendim Denizi yüklendim adeta denizle evlendim Denizle yaşadım denizle öldüm Öldükten sonra denizin gözlerini gördüm Denizden denize yükseldim Birliğin şarkısını işittim dinledim derinliklerinde Sedeflerinden yapılmış İstanbul camilerinin taşları Beyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin -Ama gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek- Bursa'dan gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra Ve trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerken Dönüp bir köşeden ötede kaybolurken Ben kayalarını denizin ahenkleştirdiği kıyılarda Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana olup biteni O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi Kalk ve kavra ruhum bir kadavra gibi solan bu göksel yapıyı Bir kartal taşırken yere düşmüş Ve kalakalmış kaldığı yerde Sonra karanlıklardan çıkan kartallar tünemiş üstüne Yemişler ötesini berisini Ey kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapı Ey Allah'a açılan ve kapanan ulu kapı Bir at gibi soluyorsun kulelerinle Deniz öfkenin köpükleriyle benekli Gel barışın köprüsü ol içimizde dışımızda Yeniden sularından içelim kana kana Savaşabilirim bugün bütün dünyayla Gerekirse Ruhumuzun susadığı hakikat olan Evrensel İslam Barışının zaferi için Aşk için Tanrı hakikati aşkı için Göğe çıkan İsa yere insin diye -Fazla çıkardılar göğe- Gel ey Muhammed ve İsa hakikati Burada sizi bekleyen bütün bir insanlık var Bulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar Kara-düşünce fırtınalarıyla yüklü kurşun levha havaları Savaşırım doğudan daha doğu Doğrudan daha doğru olanı bulmak için Zulme karşı savaşabilirim İnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir Ebedi hakikat budur Bunun için savaşırım ben Bunun için kanım helal olsun Şehrimin altına özgür Tanrı aşkını yazmak İstanbul'u yeniden Tanrı şehri yapmak Bunun için savaşırım ben Servi için savaşırım çınar için savaşırım Tozlanmamış gün doğuşu için Yıldızlar geceleri yeniden görünsün diye Tuz deniz damlasında gülsün Çam denizle gülüşsün Su tenimizle barışsın Ruhumuzla ışısın diye Savaşçıyım ben atalarım gibi İstanbul için savaşırım Bağdat'ın dervişlik ortağı Şam'ın kılıç kardeşi Olan İstanbul için Benim güneşimden öteye kimse gidemez Benim güneşimin üstüne doğmadığı hayat hayat değil "Benim duvarımdan yüksek duvar haraptır" Gerçek özgürlüktür kölelik değil Tanrı'ya kulluk İstanbul olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü Kıyamete kadar söylenecek türkü