FRANSA'DAN FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜNE DARBE/Celil Gündoğdu

Sayın Okurlar, Hepinizin bildiği gibi bu gün Fransa'da Türkler aleyhine olan bir yasa tasarısı kabul edildi. Fransa'da Sosyalist Parti’nin sunduğu, sözde soykırımı inkar edenler hakkında bir yıl hapi

Sayın Okurlar, Hepinizin bildiği gibi bu gün Fransa'da Türkler aleyhine olan bir yasa tasarısı kabul edildi. Fransa'da Sosyalist Parti’nin sunduğu, sözde soykırımı inkar edenler hakkında bir yıl hapis ve 45 bin Euro’ya kadar para cezası öngören yasa tasarısı oy çokluğuyla kabul edildi. Oylamada 106 evet, 19 hayır çıktı.. Teklifin yasalaşması için Senato'nun da onayı gerekiyor. Yasa teklifinin Senato'ya götürülme kararı ise hükümetin elinde bulunuyor. Patrik Deveciyan’ın verdiği, bilim adamları ve tarihçilerin çalışmalarının yasanın yaptırımlarından muaf tutulmasına ilişkin değişiklik önergesi de reddedildi. Kabule edilen yasaya, yasa tasarısı öncesi ve sonrası büyük tepkiler geldi. Geçtiğimiz yazımızda bu konunun AB'nin derin politikası görüşünü öne sürmüş Fransa Parlamentosununda bu konuda taşeron görevi üstlendiğini belirtmiştik. Bu yasa herne kadar Fransa Parlamentosunda görüşüldüysede bu aslında AB'nin derin bir politikasının su yüzüne çıkarıldığını gösteriyor. AB sağ gösterip, sol vuruyor. Tüm bu çabalarda AB'ye girmeye hazırlanan Türkiye'nin önünü kesilmesi. Fransa'da Sosyalist Partinin getirdiği yasaya sağ partilerden de tam destek verilmesi bu yasanın AB patentli olduğunu açıkça ortaya koymakta. Şimdi mesele şu Fransa Ermenilere aşık değil ve ermenileri de sevdiğinden bu yasayı çıkarmadı. Fransa'nın 3 boyutlu politikası gereği bu yasayı çıkarmaya çalışıyor. Birinci boyut AB politikasının onaylanmasını sağlamak, İkincisi ileride AB birliğinde en büyük rakiplerinden olan Türkiye'nin önünün kesilmesi, Üçüncüsü ise iç politik hesapları. İçerisinde yaşayan 500 bin Ermeni'nin oyunu potansiyele çevirmek. Bunlar şu anda Fransızların kazanımları gibi görünse de, kaybettiklerine de bir göz atalım. Bu yasa tasarısının onaylanması, Fransa'nın adalet anlayışını gölgelemiştir. Fransa'da parlamenterlere yeni bir kriter anlayışı getirildi. Bundann sonra Fransa'da siyaset yapmanın öncelikli kriteri Ermeni Soykırımı'nı tanımak olacaktır. Tabi bu durum diğer AB ülkelerine de emsal oluşturacaktır. Alınan bu kararla, Fransa'da Tarih bilimi ve bilimcileri kendi parlamentosu tarafından aşağılanmış ve onların bilimsel hukuku ayaklar altına alınmıştır. Böylesi bir yasa'ya tüm siyasilerin destek vermesi'de Fransa'da parti içi diktatörlüğün hüküm sürdüğünü göstermekte. Parlamenterler önceden hazırlanmış bir psikoloji ve baskı altında tutularak, bu yasa onaylandırılmıştır. Fikir özgürlüğüne Fransa Parlamentosu kanalıyla darbe vurulmuştur. Bu yasadan tarih bilim adamlarının muaf tutulmasını öngören yasa kabul edilmemiştir. Daha dün Cezayir'de işlediği soykırı^'ı unutarak, Ermeni soykırımını gündeme getiren Fransa'nın, adalet anlayışındaki bilimsel yaklaşımındaki çifte standart davranışı Fransa'yı suç üstü duruma getirmiştir. Fransa Türkiye arasındaki ilişkiler zarar görmekle beraber, Türkiye ve Türkü Cumhuriyetlerinde yatırım yapan Fransız işadamları sıkıntı yaşayacaktır. Açıkçası Fransa bu gün bu tutumuyla AB içinde bir konu hakkında taraf durumuna gelerek, inanırlığı ve samimiyetini kayıp etmiştir. Fransa, AB'den gelen sözde uyarıları bile dikkate almamıştır. BUNLAR TESADÜF MÜ? Belçika'da MR tarafından getirlimek istenen Soykırım'a ceza yasa tasarısı, Hollanda'da CDA ve PVDA partilerinin Türk kökenli adayları 'Soykırımı inkar' ediyorlar anlayışıyla siyasetten uzak tutulmaları, AB'nin zaman zaman Türkiye'nin önüne AB'ye giriş kriteri olarak 'Ermeni Soykırımı'nı kabul etmesi yönündeki baskısı, Fransa'da bu gün oylanan tasarı ve 'Ermeni Soykırımı olmuştur' iddialarıyla gündemlerde kalan Orhan Pamuk'a Nobel Ödül'ünün verilmesini bir tesadüfler zinciri olarak görmek safdillik olur. Tüm bu parçalar AB Politikasının bir ürünü olarak önümüzde durmakta. NELER YAPABİLİRİZ? Avrupa genelinde güçlü bir Türk Diasporası'na ihtiyaç var. Bu gün oluşan tüm bu olumsuzluklar ve bunlara yönelik kitlesel tepkileri daha bilinçli ve daha demokratik bir yatırım ve yaptırımlara yöneltecek siyasi ve sosyal aktivitelere yönelmeliyiz. Farklı alanlarda hizmet veren sivil toplum örgütleri bulundukları ülkelerdeki potansiyellerini harekete geçirerek görsel, yazılı ve sanal basınla AB Parlamentosunda görev yapan parlamentolara tepkilerini dile getiren protesto mektupları göndermeliler. Fikir özgürlüğüne darbe olarak gördüğümüz bu yasaların engellenmesi için demokratik etkinlik ve yürüyüşlerle hükümetler uyarılmalı. Bilim ve ilim adamları, siyasiler, hukukçular, sivil toplum kuruluşları hep birlikte ortak deklarasyonlarla milyonlarca insanın duygularına tercüman olacak çalışmaları başlatmalılar. Basın mensupları sanal site yöneticileri ortak çalışma ve haberlerle toplumu demokratik haklarını kullanması noktasında bilgilendirmeli ve yönlendirmeliler. Unutulmamalı ki; zamanında verilmeyen tepkiler, diğer parlşamentolarıda cüretlendirecektir. Hukuku ve bilimi ayaklar altına alan bu yasa tasarıları İnsan Hakları Mahkemelerine götürülerek, davlar açılmalı. Tepkisiz kaldığımızda fikir ve düşünce özgürlüğüne yönelik bu saldırıların önü alınmadığı takdirde, özlenen adalet anlayışı sabote edebilir. Siyasi kriterlerle yapılan yasalar toplumun huzurunu kaçırabilir. Ermenistan ve Türkiye'nin kendi aralarında çözmesi gereken bir konunun, Avrupa Parlamentolarında siyasi malzeme olarak kullanılması etik değildir. Avrupa Ülkeleri gerçekten Ermenistan'a yardım edeceklerse, bütçelerinde destek olsunlar, sıkıntı çeken Ermeniztan'a mali katkılarda bulunsunlar. Onlara yapacakları en büyük iyilik budur. Ancak, onların meselesini kendi içlerinde oy hesabıyla kanun tasarıları hazırlayanların önce kendi tarihlerini parlamentolarında tartışmaya açmaları daha cömerce bir davranış olur diye düşünüyoruz. Avrupa'da yaşayan 6 milyon'a yakın Türk kökenli insanı bu yasalarla korkutmak veya baskıcı dayatmacı düşüncelerle onların düşüncelerini ipotek altına almak, hangi insan hakları sözleşmeleri ile izah edilebilir? Avrupa Parlamentoları Engizisyon mahkemeleri değildir ki; düşüncelerinden dolayı insanların yasa giyotinleriyle başları koparılmak istensin. Bu asırda ortaçağ özlemini çekenler kendilerini tatmin edecek başka bir asır bulsunlar. Şefaf, adil ve çağdaşlığı kimseye bırakmayan her fırsatta Türkiye'yi düşünceye baskı uygulayan ülke olarak lanse etmek isteyen Fransız'ların, 12 Eylül günü maskeleri düşmüştür. Fikir özgürlüğü adına çıkan bu yasalara kayıtsız kalmayacağımızı, hak ve hukukumuzu yasal ve bilimsel zeminlerde arayacağımızı herkes bilmeli. Biz temiz ve tarafsız bir adaletin tecellisinde bilime güveniyoruz. Bilimcilerini h,çe sayarak, bilimi katleden kararları siyasi endişelerden alınmış kararlar olarak görüyoruz. Fransız parlamentosuna ve adaletine de güvenmiyoruz... Siyasi kararların, toplumsal barışlara katkılarda bulunması dileğiyle hoşça kalın...