Doç. F. ŞAMİLOĞLU : GEÇMİŞTEN- GÜNÜMÜZE TÜRK- ERMENİ İLİŞKİLERİ

Doç. F. ŞAMİLOĞLU : GEÇMİŞTEN- GÜNÜMÜZE TÜRK- ERMENİ İLİŞKİLERİ / 08-12-2009
Daha önce Roma-Bizans hâkimiyeti altında baskıcı ve asimile edici politikalar nedeniyle zor bir yaşam süren ve yıldırılan Ermeniler, Selçukluların Anadolu’yu fethetmesinden sonra huzurlu bir hayat sürmeye başlamışlardır. Selçuklulardan sonra Osmanlı İmparatorluğu’ndaki çok kültürlü ve milliyetli yapı içerisinde özellikle Türk – İslam felsefesinin engin hoşgörüsünden en çok yararlananlarının başında Ermeniler olmuştur. Ermeniler Türk örf ve adetlerini en çok benimseyen hatta Tebay-ı Sadıka yani en sadık millet onuruna erişerek Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli etnik guruplarından birisi olmuşlardır. İmparatorluk içinde geniş hoşgörü ve ayrıcalıklara sahip olan Ermenilerden çok sayıda Paşa, Bakan, Büyükelçilik gibi kilit görevlerde bulunanlar olduğu gibi ticari elitler de en çok onlardan çıkmıştır..Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimi altına aldığı hiçbir etnik grubun diline, inancına ,kültürüne, gelenek ve göreneklerine karışmamasından en çok yararlananların başında Ermeniler gelmiştir.Ermeniler İmparatorluk içinde diğer halklardan hatta Türklerden bile  siyasi , sosyal ve ekonomik yönden en iyi konumda olmuşlardır.Ermeniler İmparatorluğun en kilit görevlerinde bulunabilmişlerdir. Hatta Balkan Savaşları sırasında   Osmanlı İmparatorluğu’nun Dış İşleri Bakanı bir Ermeni vatandaşıydı.  

     Türklerle ile Ermeniler  çok uzun bir süre beraber yaşamışlar, aynı  kaderi paylaşmışlar, aynı devletin vatandaşları olarak birbirlerinden kültür alışverişi yapmışlar, birbirlerinin kültür ve sosyal yaşamlarına çok önemli katkı sağlamışlardır.Öyle ki, Alman Generali Molteke Doğu Anadolu’ya gittiğinde Ermenileri Hıristiyan Türkler zannettiğini anılarında yazmıştır.


     Ancak Sanayi Devrimi’nden sonra özellikle Batılı ülkelerce sömürgecilik anlayışının ve Fransız İhtilali ile de milliyetçilik akımının Balkanlardan başlayarak Osmanlı topraklarına girmesi ,çok etnik yapılı olan diğer imparatorluklarda olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu’nda da ayrılıkçı hareketlerin başlamasına yol açtı. Sırp isyanı,Yunan isyanı, Bulgar isyanı ve bunların Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparak bağımsız devletler haline gelmesi Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri, hukuki ve sosyal tedbirler almasına rağmen, ayrılıkçı hareketlerin hızı azaltılamamış tam tersine bu olaylar zinciri, isyan ve çatışmaları daha da artırarak İmparatorluk içindeki Ermenileri de tahrik etmiştir.. Ayrılıkçı hareketlerin hız kazanmasıyla Ermeniler sömürgeci devletlerin kışkırtma ve tahrikleri sonucu  yüz yıllardır birlikte yaşadıkları Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılıp, bağımsız devletlerini kurabilmek için çok acımasızca organize  terör ve isyan hareketlerine giriştiler. 


      Fransa, Rusya, İngiltere ve ABD gibi ülkeler sömürgeci amaçlarını gerçekleştirebilmek için Osmanlı İmparatorluğunda yabancı okullar açarak ve misyonerlik faaliyetlerini yaygınlaştırarak Hıristiyanlığı bir araç olarak kullanıp, İmparatorluk içerisindeki Ermenilerden kendilerine bir müttefik oluşturma çabalarına giriştiler. 


      19. yüzyılda giderek daha da zayıflayan Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki sömürgeci güçlerin özellikle de Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarını doğal bir genişleme alanı olarak gören Çarlık Rusya’sının Ermeniler üzerindeki ayrılıkçı ve tahrik edici hareketleri daha da hız kazanmıştır. 


19. yüzyılın ikinci yarsında Ermeni isyanlarının başlamasına Batılı devletler destek vermiş, onlardan daha çok da Rusya her türlü desteği sağlamıştır.Asıl amaç Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamaktı. Ermeniler ise bu işte yalnızca araçtı. Çarlık Rusya’sı açıkça Doğu Anadolu’nun Rusya’ya ilhakına çalışıyordu. Ermeniler misyonerlerin de yönlendirme ve teşvikleriyle içeride ve dışarıda hızla örgütlenme yoluna gittiler. Doğu Anadolu’da Ermeni komiteleri, 1880 yılından başlayarak artmaya başladı. 1887 yılında Cenevre’de Hınçak, 1890 yılında  Taşnaksutyun  terör odaklı partileri programlarına Osmanlı Ermenilerinin kurtarılması amacını koymuşlardır.O dönemde yayımlanan basın yayın organlarında Ermeni devletinin kurulacağından sıkça bahsediliyordu. Kiliseler ile Ermeni okul ve kolejlerinde Türk düşmanlığı propagandaları olanca hızıyla sürüyordu.Bağımsız bir Ermenistan devleti kurulması için Osmanlı ve Güney Kafkasya içerisinde ayrılık tohumları ekilmişti. 


     1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşında Ermenilerin çok açık desteğini alan Rusların Erzurum’u işgal etmesi Osmanlı İmparatorluğu ile vatandaşları olan Ermeniler arasında bir devlet – vatandaş ilişkisinde ve güveninde bir kırılma noktası oluşturdu. Benzer olayların 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda da devam etmesi Ermenilerin İmparatorluktan ayrılarak kendi devletlerini kurabilecekleri yönündeki inançlarını daha da güçlendirdi. Osmanlı İmparatorluğu ile İngiltere, Rusya, Almanya, İtalya, Fransa ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu arasında 13 Temmuz 1878’de imzalanan Berlin Antlaşması’yla Ermeniler için bir reformun öngörülmesi daha önce Osmanlı İmparatorluğu ile kendi vatandaşları arasında görülen Ermeni sorununu uluslararası bir sorun haline dönüştürerek yeni bir dönemin başlamasına sebep oldu. Böylece Ermeni sorunu Sultan II. Abdülhamit’in de söylediği gibi Ermenilerin kendi sorunu değil, Osmanlı İmparatorluğu’nun üzerindeki emperyalist amaçlarını gerçekleştirmek isteyen güçlerin sorunu haline geldi. Hınçak ve Taşnakların Osmanlı toprakları dışında kuruldukları göz önüne alındığında dış güçler tarafından yönlendirilip, kullanıldıkları kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.  


     Dış tahriklere kapılan ve onlardan cesaret alan Ermeniler, dışarıda ve içeride hızla örgütlenmeye gittiler. 1882–1909 yılları  arasında Doğu Anadolu’daki iller başta olmak üzere çok sayıda Ermeni isyanı ve çatışması gerçekleşti.Zaman zaman bu olaylar Müslüman- Ermeni çatışmalarına dönüştü. Hınçak ve Taşnaksutyun partilerinin terörist çeteleri saldırılarını yoğunlaştırdılar. Çok sayıda masum çocuk, kadın, yaşlı ve genç insanın ve kendilerine katılmayan Ermenilerin de hayatını kaybetmesine neden olan bu olaylar Dünya kamuoyuna yanlı ve yanlış bilgilendirmelerle Müslümanların Hıristiyan Ermenileri katlettiği şeklinde asılsız haberler olarak yayıldı. Bu propagandaların esas amacı dönemin büyük devletlerini Osmanlı İmparatorluğu’na karşı silahlı bir müdahaleye zorlayarak, Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamaktı.Ermeniler, yalnız Türkleri değil, kendilerine yardım etmeyen zengin Ermenileri de hedef almışlardı.Ermeniler bu olayları yaparken Berlin Kongresi’nin maddelerine dayanarak, Batılı devletlerin ve Rusya’nın müdahalesini talep ediyorlardı.Devleti içten bölmek amacı taşıyan bu  provokasyonlar önlenemediği sürece Ermeniler ve onların destekçileri daha da ileri gidiyorlardı..Ermenilere en büyük silah ve mühimmat yardımını yapanların başında Rusya geliyordu. 


     19. yüzyılın sonlarında 2000 kadar okula, serbest şekilde Ermenice yayımlanan çok sayıda gazete ve dergi ile  milli örgüt ve partilere sahip olan Ermeni halkını ,Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kışkırtanlar asıl Ermeni düşmanlarıydı.Birinci Dünya Savaşı’ndan önce 1912-1913 yıllarında Balkanlarda Osmanlı İmparatorluğu’nun uğradığı hezimet İmparatorluğun diğer bölgelerindeki ayrılıkçı hareketleri cesaretlendirip hızlandırdı.Birinci Dünya Savaşı öncesi sömürgeci devletlerin, özellikle de Rusya’nın yardımıyla Ermeni gönüllü birliklerinin kurulması ve onların kışkırtılması hem Türklerin hem de Ermenilerin çok felaketler yaşamalarına sebep oldu.Ermeniler savaşın Osmanlı İmparatorluğu’na son vereceğine ve böylece büyük Ermenistan  hayalini gerçekleştirebileceklerini düşünüyorlardı. 


     Özellikle Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya’nın yanında savaşa girmesi Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu’na karşı büyük çaplı ayaklanmaları için önemli fırsatlar yarattı. Osmanlı ordusunda görev yapan Ermeni kökenli askerlerin kitleler halinde silahlarıyla birlikte Rusların saflarına geçmesi bir yandan cephe güvenliğini olumsuz yönde etkilemesi, öte yandan da Ermeni çetelerinin Müslüman – Türklere karşı acımasız katliamlara girişmeleri 27 Mayıs 1915’de Tehcir (sevk ve iskan) Kanunu’nun çıkarılmasını zorunlu kıldı.Bu göç ve iskan kararının alınmasının yegane sorumlusu kendi devletlerine ihanet eden Ermeniler olmuştur. Ermeni terör örgütlerinin Türklere yaptığı katliamlar,  Osmanlı ve Rus arşiv belgelerinde, görgü tanıklarının ifadelerinde ve o dönem Anadolu’daki Türklere ait toplu mezarlarda gerçek ifadesini bulmaktadır. 


      27 Mayıs 1915 tarihli Tehcir Kanunu hukuki yönden çok kapsamlı  bir kanundur. Bu kanunun amacı, Kafkas, İran ve Sina bölgelerinin güvenlik hattını oluşturan bölgelerdeki Ermenilerin yerlerini değiştirerek bir yandan cephedeki güvenliği sağlamak, öte yandan savaşın yoğun yaşandığı yerlerdeki Ermeni isyanlarını önlemekti.Göçe tabi tutulan Ermeniler,başka bir ülkeye değil, o tarihte Osmanlı İmparatorluğu’nun kendi toprakları olan Suriye’ye gönderilmiştir. Bu göç hareketinde başta İstanbul olmak üzere pek çok ilde yaşayan Ermeniler ile hasta, özürlü, yaşlı, sakat ve yetim çocuklar ile dul ve kimsesiz kadınlar kapsam dışı tutuldu. Bunların zorunlu ihtiyaçları Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu olanca ekonomik sorunlara rağmen göçmen ödeneğinden karşılandı. 


      Göç  sırasında çok yönlü tedbirlere başvurulmuş olmasına rağmen, salgın hastalıklar, eşkıya baskınları ve kimi zamanda bazı yetkililerin ihmali yüzünden  40- 50 bin Ermeni hayatını kaybetmiştir.Ermeni kayıplarıyla ilgili Osmanlı Arşivi belgelerinde bazı eşkıya gruplarının saldırısı sonucu, 6500-7000 Ermeni’nin   öldürüldüğü saptanmıştır. Gerek İngiliz belgeleri gerek Osmanlı belgelerine göre bu tarihte İmparatorlukta yaşayan Ermenilerin toplam sayısı 1.250.000’i geçmemektedir. Osmanlı arşiv bilgilerine göre göçe tabi tutulan Ermenilerin sayısı 438.758 kişi olup,bunlardan tehcir bölgesine varanların sayısı da 382.148 kişidir.Tehcir sırasında  pek çok Ermeni’nin firar ettiği de bilinmektedir. Böylece tehcir sırasında 1,5 milyon Ermeni’nin hayatını kaybettiğini ileri sürmek tarihi gerçekleri saptırmaktır. 


     Esasen Birinci Dünya Savaşı bir paylaşım savaşı olup, dünyanın adeta birbirini boğazladığı, 40 milyon insanın yaşamını yitirmesine yol açan büyük bir trajedinin  ve yıkımın adıdır. Bu savaşın en yoğun yaşandığı coğrafyalardan birisi de Osmanlı İmparatorluğu idi.İmparatorluğun Çanakkale, Kafkasya ve Suriye- Filistin bölgelerinde  verdiği çok amansız mücadele adeta bir laboratuar niteliği taşımakta olup, bu savaşta Osmanlı vatandaşı olan Ermenilerin büyük bir çoğunluğu , İtilaf Devletleri’yle işbirliğine girerek savaşa dahil olmuşlardır. Savaşta kendi devletlerine karşı İtilaf Devletlerinin özellikle de Çarlık Rusya’sının yanında yer alarak Doğu Anadolu’da bağımsız bir Ermeni devletini , Güney Kafkasya da ise özerk bir Ermeni devleti kurmayı hayal etmişlerdir.Fransızların ise,1914 ten itibaren, Ermenilere Klikya’da (Çukurova) bir devlet kurmak için söz verdikleri ve bunun için haritalar yaptıkları ve onlarla sıkı işbirliğine girdikleri belgelerle kanıtlanmıştır 


     Dünya savaşı ortamında yaşanan iki taraflı acıları göz ardı ederek, o dönemde yaşanan olayların tüm sorumluluğunu Türklere yıkıp, yalan ve sanal bir gerçek yaratanlar siyaseti bilime tercih ederek iki toplum arasında husumet yaratma yoluna başvurmuşlardır.Halbuki, Ermeni çetelerinin bir Ermeni devleti kurma hedeflerini kendi çıkarlarına kullanan sömürgeci güçler, 850 yıl Selçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu’nda beraber huzur içinde yaşayan Türkler ve Ermenileri büyük bir kaosun içine sürüklemişlerdir.Bugün, parlamentolarında hiçbir somut belge olmadan, siyasi değerlendirme ve  hesaplarla Osmanlı İmparatorluğu’nun, güvenlik sebebiyle  1915’te Ermenileri sevk ve iskana tabi tutmasını soykırım yapılmış kabul eden devletler, tarihi gerçekleri çarpıtarak,tarihten gelen bir kini , Ortaçağ zihniyetiyle sürdürmeye devam etmektedirler. 


     Birinci Dünya Savaşı ile birlikte hemen tüm cephelerde bir ölüm kalım mücadelesi veren Osmanlı İmparatorluğu kötü hava koşulları  nedeniyle 90 bin askerini sadece Sarıkamış’ta,  250 bin askerini de Çanakkale Savaşı’nda kaybetmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’ndaki toplam kaybı 3 milyon dolayında olmuştur. Bu rakamlar yaşanan acı ve trajik olayların tek taraflı olmadığının somut göstergesidir.. Üstelik Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri ve finansal yönden çok büyük bir bunalım yaşadığı, büyük şehirlerde dahi asayişi ve can güvenliğini sağlayamadığı bir kaos ortamında yaşanan olayları Hitler Almanya’sının Yahudilere uyguladığı soykırım ile benzer görmek tarihi gerçeklerle ve insafla bağdaşır bir durum değildir. Çünkü Birinci Dünya Savaşı’nda Rus işgal güçlerine her türlü desteği sağlayan, Çanakkale’de bir ölüm- kalım mücadelesi yaşanırken, Ermeniler de isyan ve saldırılarını daha da yoğunlaştırarak Van, Bitlis, Muş illeri başta olmak üzere erkeklerin çoğu askerde olduğu için savunmasız Türk köylerinde toplu katliamlara girişmişler, Osmanlı ordusunun ikmal yollarını kesmişler, Güneydoğu’da da Fransızlar ile birleşerek Türklere karşı çok acımasızca saldırılarını sürdürmüşlerdir. Ancak tüm kışkırtma ve tahriklere rağmen Osmanlı İmparatorluğu içerisinde devletine sadakatini sonuna kadar koruyan Ermeni kökenli vatandaşın pek çok Müslüman Türkü Ermeni saldırılarına karşı gözetip kolladığı tarihi bir gerçektir. 


     Dönemin Ermeni basını, Osmanlı İmparatorluğu’nun Tehcir Kanununu Ermenilerin sırtından hançerlenmesi saysa da, bu olayın Tarihi Azerbaycan topraklarını da içine alan Güney Kafkasya’da bir Ermeni devleti kurulmasına zemin hazırlamasından umutluydular.Nitekim 1917 yılı sonları ve 1918 yılının başlarında, Rus ordularının cepheden geri çekilmesi, Ermenilerin faaliyetlerini Güney Kafkasya’ya kaydırmalarına neden oldu. Rusların verdiği çok sayıda askeri donanıma sahip olan Ermeniler planlarını değiştirerek, Azerbaycan’ın tarihi toprakları olan Nahcivan, Karabağ, Zengezur ve eski bir Azerbaycan Hanlığı ve ismi de İrevan olan Erivan’ın işgalini başlattılar.Böylece 1915 Tehcir Kanunu Batılı devletlerin ve Rusya’nın Ermeni devletini nerede kuracakları konusunda planlarını değiştirmeye zorladı. Sovyet Rusyası’yla Almanya arasında imzalanan Brest-Litowsk barış antlaşması, daha sonra da 1918 yılının Aralık ayında Rusya’yla Türkiye arasında imzalanan barış antlaşması  Ermenilerin Doğu Anadolu’da bir devlet kurma umutlarını tüketti. Dönemin basını şunları yazıyordu:”Rusya, Ermenilere ihanet ederek onları Türklere sattı. Artık Doğu Anadolu’da Ermeni devleti çalışmaları tamamen son buldu. Şimdi Ermeniler, Kafkasya’yı ele geçirme konusunda düşünmelidirler. Neden bu devletin sınırları Bakü’ye kadar uzamasın?” 


     Ermeniler gerek Doğu Anadolu’da gerekse Güney Kafkasya’da azınlıktaydılar. Ancak , sözde soykırıma uğratıldılar iddialarının aksine, Birinci Dünya Savaşı sırasında Doğu Anadolu’dan Güney Kafkasya’ya göç ederek  o bölgenin hemen tümünde azınlıktayken, belirli yerlerde çoğunluğu ele geçirip 1918 yılında bir Ermeni devletini kurabildiler. 


     Osmanlı  Hükümeti tarafından sevk ve iskan sırasında ihmali görülenleri ve suiistimalleri araştırmak için  tehcirin hemen sonrasında bir komisyon kurulmuş ve mahkeme süreci başlatılmıştır.Çeşitli yerlerdeki Divan-ı Harpte sonuçlandırılan  yargılamalara göre 67 kişi idama, 524 kişi hapse, 68 kişi kürek, para, paranga ve sürgün cezalarına çarptırılmıştır.  


     Ocak 1919’dan itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nun eski başbakanı, bakanları, üst düzey bürokrat ve ordu mensuplarından oluşan yüz kırk dolayındaki yöneticileri Malta Adası’na götürülerek tutuklandılar. Tutuklananlar savaş hukukuna uymamak, İngiliz savaş esirlerine kötü muamele yapmak ve Ermeni olaylarında rol almakla suçlanıyorlardı.   İngilizler ve işgalci güçler tüm bilgi ve belgeleri kontrol etmelerine rağmen, yapılan araştırma ve incelemelerde ileri sürülen iddialar konusunda kanıt bulunamaması üzerine 25 Mayıs 1920 tarihinde serbest bırakıldılar. 


      Tüm bu tarihi gerçeklere rağmen Ermenistan ve diaspora Ermenileri Türkleri yeryüzünde işlenebilecek en büyük suç olan soykırım suçuyla itham ederek Türkiye’nin geçmişini, bugününü ve yarınını tehdit eden bir konuyu dış politikasının merkezine koymuştur. 


     Soykırım  İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1948 yılında Birleşmiş  Milletlerce literatüre giren bir kavramdır. Birleşmiş Milletlerin tanımına göre soykırım bir milli, ırki, etnik veya dini grubu, grup niteliğiyle toptan veya kısmen yok etmeye yönelik olarak anılan eylemlerin gerçekleştirilmesidir.  Bunun en bariz örneği Nazi Almanya’sının Yahudileri sırf Yahudi oldukları için toplu ölümlere maruz bırakan ırkçı bir düşüncenin ürünü olarak gerçekleşmiştir. Yahudi soykırımı incelendiğinde, Yahudiler sırf Yahudi oldukları için katledildiler ve Alman devletine karşı hiçbir silahlı isyan ve eylemleri söz konusu değildir. Oysa Osmanlı İmparatorluğu dağılma ile yüz yüze kaldığı, çok sayıda cephede ölüm kalım mücadelesi verdiği bir sırada yaşanan Ermeni Tehcirini Nazi Almanya’sının Yahudilere uyguladığı soykırım ile eş tutmak tam anlamı ile tarihi sarptırmadır..Osmanlı Devleti, Nazilerin uygulamalarının aksine, topraklarında yaşayan Ermenilerin tümünü sürgün etmemiş, savaşın olağanüstü şartlarından dolayı isyan eden, düşman ülkelerle işbirliği yapan ve tehdit unsuru olan belli bir coğrafyadakileri nakletmiştir.İstanbul, Edirne, Aydın, İzmir, Bursa, Kütahya ve Antalya gibi şehirdekiler ile Anadolu’daki zararsız Ermeniler sevk ve iskan kapsamı dışında tutulmuştur.


     Sevk edilenlerin her türlü insani ihtiyaçları ile yerleştirildikleri yerlerde konut ve yaşamlarını rahat sürdürebilmeleri için toprak, araç ve gereç ihtiyaçları Osmanlı Devleti tarafından karşılanmıştır. Savaş sonrasında ise çıkarılan bir kanunla göçe tabi tutulan Ermenilerin geri dönüşlerinin önü açılmıştır.  


Eğer Osmanlı  İmparatorluğu’nun Ermeni vatandaşlarına karşı Nazi Almanya’sında olduğu gibi bir kastı olsa idi ne tehcir kanunu çıkarılırdı ne de tehcir sırasında ihmali görülenler cezalandırılırdı. Yaşanan karşılıklı üzücü olaylarda devlet tarafından planlanmış bir katliamın değil ,Osmanlı İmparatorluğu’nun içine düştüğü çaresizliğin ve otorite boşluğunun yarattığı kaos ortamının önemli payı olmuştur. Arşivlerin açılması halinde dönemin sömürgeci güçlerinin kendi çıkarlarına Ermenileri nasıl kullandıkları ve Ermeni çetelerinin de isyan ve katliamları daha açık bir şekilde açığa çıkacaktır.  


     Türkiye Lozan’la beyaz bir sayfa açtı.Tarih kitaplarımızda “Ermeni sorunu” hemen hemen hiç ele alınmadı.Ancak özellikle diaspora Ermenileri 1965’li yıllardan itibaren sözde Ermeni soykırımını dünya kamuoyuna tanıtmak ve benimsetmek için basın yayın organlarının ve ekonomik güçlerinin tüm imkânlarını kullanmayı sürdürmeye devam ettiler. Diaspora Ermenileri sözde soykırımı tanıtmanın dışında, uluslararası platformlarda ve özellikle de ABD ve AB üyesi ülkelerde Türkiye ve Azerbaycan çıkarlarına olabilecek her hareketi ve girişimi engellemeye çalışmaktadırlar.Uzun yıllardan beri Ermeni diasporasının yürüttüğü çok yönlü ve etkili propaganda sonucu sözde soykırım bir doğma haline getirilerek bir çok ülke parlamentolarından geçirilmiştir. Özellikle AB’nin Türkiye’ye tarih vermesiyle Türkiye üzerindeki baskılar da artmıştır.Ancak, Ermeni tarafı sözde soykırımla ilgili hiçbir somut belge sunamadığı gibi, Türkiye’nin ortak komisyon kurulması teklifine de olumlu karşılık vermemiştir. Ayrıca, Ermenistan ,arşivlerini de araştırmacılara açmamaktadır. 


     Bilindiği  üzere Ermeni Asala terör örgütünün 1970’li ve 1980’li yıllarda yurt dışındaki menfur saldırılar sonucu 52 diplomatımız ve yurt dışı görevlimiz katledilmiştir. 


      Ermenistan SSCB’nin dağılmaya yüz tuttuğu bir ortamda komşusu Azerbaycan’a bağlı özerk bir bölge olan Dağlık Karabağ’ı işgal etmiş, ardından da Azerbaycan’ın topraklarının yüzde 20’sini işgal ederek bir milyon Azerbaycan Türkünü mülteci duruma düşürüp Kafkasların barut fıçısı haline gelmesine ve on binlerce masum Azerbaycan Türkünün katledilmesine neden olmuştur. Ermeni güçlerinin Azerbaycan’ın Hocalı kentinde gerçekleştirdikleri vahşet hafızalarda tazeliğini korumaktadır ve dönemin basın yayın organlarında  kayıtlıdır.


      


Türkiye, 1991 yılında SSCB’nin dağılmasından sonra Ermenistan’ı ilk olarak tanıyan ülkelerden birisi olmasına rağmen Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirgesi’nde Türkiye’nin Doğu Anadolu’daki topraklarını Batı Ermenistan diye ifade etmesi ve artık tamamen siyasallaştırılan ve özellikle de diaspora Ermenilerince tartışılmasına bile tahammül edilmeyip saplantı haline getirilen soykırım iddiaları sebebiyle Ermenistan ile diplomatik ilişki kuramamıştır. Ayrıca, Ermenilerin Dağlık Karabağ ve diğer Azerbaycan topraklarında giriştikleri işgal ve katliamlar nedeni ile Türkiye Ermenistan’la olan kara sınır kapılarını 1993 yılından itibaren kapatmıştır. Ancak Ermenistan’ın uluslararası toplumda ileri sürdüğü türden sert bir ambargoyu Türkiye hiçbir zaman Ermenistan’a uygulamamıştır. Türkiye, Kafkasya’daki ve dünyadaki en yakın köken, kültürel ve tarihsel bağı olan Azerbaycan’ın Ermenistan’la savaşta olmasına rağmen Ermenistan’a buğday yardımında bulunarak insani elini uzatmış ve büyüklüğünü göstermiştir. Halen karşılıklı uçaklar kalkıp inmektedir, çok sayıda Ermenistan vatandaşı Türkiye’de hemen hemen tümü izinsiz çalışıp yaşamlarını sürdürmektedirler.    


      Ermenistan, bağımsızlık sonrası sahip olduğu ekonomik ve askeri gücü ile orantısız saldırgan tutumu nedeni ile çok büyük ekonomik ve sosyal çöküntü içerisine girmiş, ülkenin tüm önemli ekonomik tesisleri ile savunması da Rusya Federasyonu’nun kontrolüne geçmiştir.  


      Türkiye izlediği dinamik ve yapıcı dış politikasının ve ABD ile AB’nin de katkısıyla Ermenistan ile 10 Ekim 2009 tarihinde protokol imzalayarak tüm dünyanın ilgisini ve sempatisini üzerine toplamıştır. Ancak Kafkaslardaki kalıcı istikrar ve barış ortamı ve Ermenistan ile Türkiye arasında normalleşme sürecinin sürekli hale gelmesi için bölgenin enerji kaynaklarına sahip olan Azerbaycan’ın topraklarının işgaline son verilmesi büyük önem taşımaktadır. Azerbaycan  ikna edilmeden Türkiye ve Ermenistan arasındaki normalleşme sürecinin kalıcı ve sağlıklı olması mümkün değildir. O nedenle Ermenistan’ın Türkiye’den Karabağ sorununa kayıtsız kalmasını talep etmesi gerçekçi ve rasyonel değildir. Çünkü Karabağ sorununda Türkiye kilit ülke konumundadır. Türkiye bölgede en yakın ilişki içerisinde olduğu Azerbaycan’a rağmen Ermenistan ile sağlıklı ve kalıcı bir ekonomik, siyasi ve diplomatik bir ilişkinin yürümeyeceğini ve muhtemel Ermenistan - Azerbaycan çatışmasında çok büyük hayal kırıklıklarının yaşanacağını göz ardı etmemelidir. Türkiye acısından önemli bir risk de Azerbaycan gibi zengin enerji kaynaklarına sahip çok yakın bir ülkenin, Rusya eksenine itilmesi  olabilir. 


Kafkaslardaki istikrar ve barış ortamı Ermenistan’ı ekonomik ve sosyal çöküntüden kurtarabileceği gibi Ermenistan’ın enerji projelerinde yer almasına da büyük katkılar sağlayabilir. Böylece Ermenistan daha özgür dış politika izleyebilecek, geleceğini ve bağımsızlığını koruyup güçlendirerek, Avrupa-Atlantik sistemiyle   entegre olup, Rusya olan bağımlılığını kısmen azaltabilecektir. Bu durum ABD ve Avrupa  açısından Rusya- Gürcistan çatışmasından sonra daha da önemli hale gelmiştir.


           Türkiye’nin Ermenistan’la imzaladığı protokole göre; geçmişte yaşanan acı olayların


ortak bir komisyon tarafından ele alınması ve her iki ülkenin de iyi komşuluk ilişkileriyle bağdaşmayacak politikalardan kaçınması yaklaşımının hayata geçirilmesi, Ermenilerin tartışılmasına dahi tahammül edemedikleri soykırım iddiası tezlerinde bir gerileme yaratarak, uluslar arası toplumda Türkiye’nin elini güçlendirecektir.Böylece iki millet arasında  geçmişte yaşanan karşılıklı acıların yarattığı kin ve nefret buzları da erime yoluna girebilecektir.


      Türkiye’nin Ermenistan ile sınır kapısının açılması çeşitli çevrelerce ileri sürülen görüşlerin aksine Türkiye ekonomisine çok önemli katkılar sağlayacak potansiyelden oldukça uzaktır. Ancak Kafkasya’da barış ve işbirliğinin sağlanması durumunda Ermenistan, Azerbaycan ve Türkiye açısından büyük kazanımlar sağlamasının yanı sıra Türkiye’nin hem bölgesel liderliği ve saygınlığını daha da artıracak hem de uluslararası ilişkilerde manevra alanını genişletip güçlendirecektir.


                                                                                            Doç.Dr. Famil ŞAMİLOĞLU


                                                                                                     Aksaray Üniversitesi İİBF