Paylaşıldıkça azalan dertler; artan mutluluklar, nezaketler ve yüzlerdeki tebessümler yok artık! Hatır yok, selam yok, merhamet yok, insan yok! Kısaca tüm değerler boynu bükük...
Paylaşıldıkça azalan dertler; artan mutluluklar, nezaketler ve yüzlerdeki tebessümler yok artık! Hatır yok, selam yok, merhamet yok, insan yok! Kısaca tüm değerler boynu bükük...
Hergün binlerce insan görüyoruz, her 12 saatte 1000 mesaj alıyoruz, onlarca insanla konuşuyoruz. Dev apartmanlarda, koca sitelerde yaşıyoruz, ama gel gör ki, yalnızlıklar dizboyu…Yalnızlığın altında yatan tek neden, hızlı teknoloji ve teknolojiyi yerinde kullanamamaktan geçiyor..Hepimiz üstümüze-üstümüze gelen beton yığınları ve üstümüze-üstümüze gelen insanlar arasında, yaşam kırıntılarıyla yetinmeye çalışıyoruz.
Haksızda değiliz hani…Ama “iyi yaşamak” amacıyla oluşturduğumuz kentlerde; kendi dünyalarımızda her geçen gün, kendimizden bile uzaklaşıyoruz…Bir duvar ötede bir dostun varlığını bilerek daldığımız huzurlu uykularımız yok artık. İnsan olarak kaygılarımız var; yalnızlık kaygısı, güven kaygısı vs... Böylesine zengin bir kültür mirasına sahip olan bizler; nasıl böyle kimliksiz, kişiliksiz, renksiz, özelliksiz; soğuk ve bize uzak yaşamlar kurabildik aklım almıyor.
Kendimizi, dokumuzu, iddialarımızı nasıl böyle derinlere gömdük? O kendisi gibi şanı da yüce bir milleti nasıl böylesine uyumsuz dekorlara hapsettik anlamakta güçlük çekiyorum? Yok mu bunun izahı, yok mu bunun bir çaresi... İnsanlar şehri, şehirler de insanları şekillendirmeye başladı. Şehir çirkinleşti; insanları da çirkinleşti. Kalabalığın yalnızlıkları aldı başını gidiyor…
Bakınız, başımıza ne geldiği önemli değildir, önemli olan başımıza gelen şeye nasıl tepki verdiğimizdir. Kendinize kendiniz için iyi bakın, kendiniz için değer verin…Kendimize sahip olmak; egomuza, duygularımıza ve düşüncelerimize sahip olmaktır. Yaşamın bir ya da birçok döneminde insanlar yalnızlıkla başbaşa kalabilirler. Bu duygu, bir saatlik bir süreyle de aylar boyunca da hissedilebilir. Ancak önemli olan, bizim için en doğru olan yalnızlık türü hangisi ise onu seçip ve onu yaşamalıyız. Yalnızlık algısı; her insanın yer, durum ve zamana göre farklı algıladığı, farklı yorumladığı bir kavramdır. Bir insanın tek başına yaşama biçimindeki somut yalnızlığı, kendi toplum grubuna yabancılaşma biçimindeki yalnızlığı, (işte günümüz toplumunda bazıları bunu yaşamakta) çevresi tarafından itilme sonucu yaşanan yalnızlığı, insanın kendisini anlaşılmamış ve kimsesiz hissettiği gerçek yalnızlığı ve bir insanın çevresiyle ilişkilerini en aza indirerek kendi seçimi ile yaşadığı yalnızlık. Eğer bunları kabullenirsek, tek başına olduğumuz zamanların tadını çıkarabiliriz.Biz insanlar birarada yaşamayı seviyoruz. İlk çağlardan bu yana, önceleri küçük köylerimiz olmuş, ardından kentlerimiz, metropollerimiz ve nihayetinde
megapollerimizle gelen yalnızlığımız. Objektif bakarsak; akla hayale gelmeyecek büyüklükteki
şehirlerde yaşıyoruz…
Mexico City, Seul, Tokyo ve New York’un yalnızca kent merkezlerindeki nüfusu yaklaşık 25-30 milyon…Gerisini siz düşünün… Zarif ihanetlerin, pahalı zevklerin, ucuz cesaretlerin şehirlerinde yaşıyoruz artık…Yok olan öyle çok ki! Ne de olsa; “İnsan sosyal bir varlık olarak yaratılmıştır” Küçük böcekler veya mikroorganizmalar dışında, başka hiçbir canlı türü böylesine yoğun kitleler halinde yaşamıyor. Peki bu kalabalıkta hissettiğimiz asıl duygu nedir?
Gerçekten böylesine kalabalıklaştıkça sosyalleşiyor muyuz yoksa dip dibe yaşamak, yan yana,
sıkış-tıkış yaşamakla yalnızlaşıyor muyuz? Bana göre yalnızlaşıyoruz…Neden mi? İnsanlar milyonların
arasında çaresiz, dayanaksız ve yalnız…Hayata dair bütün incelikleri, zerafeti, duyarlılığı, onu anlamlı
kılan bütün ayrıntıları; her türlü incelikten, zerafetten ve duyarlılıktan uzak beton yığınlarına gömdük
sanki.Ve biz, bu kalabalığın yalnızlığında ne tür bir medeniyetin insanları oluverdik aklım almıyor...
Düşündükçe düşünüyorum...Çıkış var mı...?
...............................Elbette var; duygularınızı, yaşama sevincinizi, merhametinizi ve bakış açınızı
uyandırın. Yaşamda varolun. Çünkü yaşam çok kısa, yaşam kırıntılarıyla değil, kıracağınız zincirlerle
bir adım ötede neler oluyor SES verin, SES alın...Hey, orda mısınız? Sesinizi duyar gibiyim :)