Türkü, kimlik ve benlik için çok önemlidir. Kerkük türkülerinin, Türk kimliği ve benliğindeki yerine benzer bir yerinin
Türkü, kimlik ve benlik için çok önemlidir. Kerkük türkülerinin, Türk kimliği ve benliğindeki yerine benzer bir yerinin, Kürtçe Kerkük türküleri bakımından Kürtlerde bulunmadığını biliyorum. Daha doğrusu, Kerkük Kürt türküsü olduğundan bile emin değilim. Kerkük, benim için önce türküydü. İlkgençlik yıllarımızda Ruhi Suânun bas-bariton sesinden âAltın hızmaâ avazı yükseldiğinde kendimizden geçerdik. O gün bugündür, âAltın hızma mülayim/Seni Hakâtan dileyim/Yaz günü temmuzda/Sen terle ben sileyim/Gün gördüm, günler gördüm/Seni gördüm şadâoldumâ dizelerinin vakur nağmelerini işittiğim anda, tüylerim ürperir; nedenini bilmem, gözlerim dolar. âAltın hızmaâ adeta vakarın milli marşıdır. Vakarı müzik haline getir diye bir komut verilse bundan ancak âAltın hızma mülayimâ çıkardı. Türküyü derleyen, yaşı 70âe doğru yol alan Kerkükâün evladı Abdurrahman Kızılayâdır. Onun ağzından dinlemek bir başka olur. Ama biz ilkgençliğimizde Ruhi Su ile onu sevdik. Sonraları Müslüm Gürsesâin hançeresinden dinlediğimizde de heyecanlandık. âAltın hızma mülayimâin Kerkük türküsü olduğunu işittiğim günden beri bilirim. O gün bugündür de Kerkükâe karşı içimde bir sevgi, tuhaf bir saygı. Ve en önemlisi merak. Kerkükâü görmeden bu dünyadan gitsem, gözüm açık gidecekmişim gibi duyguya kapılmıştım. İlk ziyaretin heyecanı Merakım, 2003 yılının temmuz ayında zail oldu. Kerkükâü ilk kez o vakit, Saddamâın devrilmesinden sonra görebildim. Erbil yolundan Kerkükâe yola çıktığımda içimin içime sığmadığını hatırlıyorum. Bir saatlik yolun her milimini, Kerkükâe bir milim daha yaklaşmanın heyecanıyla belleğime emiyordum sanki. Kerkükâe yaklaşırken yolun sağ ufkunda topraktan fışkıran alevlere, metan gazının ilahi ateşine gözüm takılınca Baba Gurgurâun orası olduğunu anladım. Mezopotamyaânın ilk petrol bulunan alanı, Kerkükâü günümüzün Kerkükâü yapan başa bela zenginlik kaynağı. Benim için Kerkük yine de önce türküydü. Sadece âaltın hızmaâ değil; İbrahim Tatlısesâin ilk zamanlarından bir başka Kerkük türküsü âBeyaz gül, kırmızı gülâ ve yine ilkgençlik yıllarımızın unutulmaz sesi Selda Bağcanâın 1972âde Altın Orfe Yarışması'na taşıdığı âKalenin dibinde taş ben olaydım/Gelene geçene yoldaş olaydım/Bacısı güzele kardaş olaydım/Kalk gidek çayhanaya/baba, gönlüm eğlensin/Yarın Hakkâın divanında doğru da söylensinâ dizeleriyle o ölümsüz Kerkük türküsünü zihnim nasıl silebilirdi. Ele güne terk edilemez Sadece bunlar da değil. âAydolanaydıâ, âO yana dönder meniâ... Kerkük dendiğinde kulağımda çınlayan Kerkük türküleri. Bunları o kadar kendi kültürel kodlarım olarak edinmiş olmalıydım ki, kendimi, bunları, dolayısıyla Kerkükâü ele güne terk edemezdim. Elden çıkmış olsa bile, benim ruhumda ele güne terk edilemezdi Kerkük. Geçen yıl bu zamanlar, Bağdatâtaki ikametgâhında (daha doğrusu 2003âte Baas rejimi yıkılana dek, geçenlerde idam edildiği sırada kafası kopan Saddamâın üvey kardeşi, zalim istihbarat örgütü Muhaberatâın başı Barzan Tikritiânin eviydi) sohbet ederken, kendisi de Kerküklü bir aileye mensup Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani, bana, âKerkük, Türkler için gerçekten ne kadar önemli?â diye sormuştu. O an, onun zihninde âTürkiye için önemli olan acaba Kerkük petrolleri miâ soru işaretinin şekillendiğinin farkındaydım. Benim cevabım, daha doğrusu tepkim, saniye sektirmeden geldi: âÃok önemlidir. Biz, çocukluğumuzdan beri Kerkükâün kültürel mirasıyla büyüdük.â Bu cevabı verdiğimde, zihnimde Kerkük türküleri melodik bir resmigeçit halindeydi. Dedim ya, Kerkük, benim için önce türküydü... Türkü, kimlik ve benlik için çok önemlidir. Kerkük türkülerinin, Türk kimliği ve benliğindeki yerine benzer bir yerinin, Kürtçe Kerkük türküleri bakımından Kürtlerde bulunmadığını biliyorum. Daha doğrusu, Kerkük Kürt türküsü olduğundan bile emin değilim. Buna karşılık, Kürtlerin, Kerkükâün belirleyici kimliğinin Kürdistan aidiyeti olduğunu çok işitmiştim. Hatta, Kürdistan aidiyetinden de öteye, Kürt olduğunu ileri süren çok sayıda çalışma vardı ve bu çalışmaları ilk bakışta bilimsel bir disiplinle yaptığı izlenimini veren bir uluslararası hukuk doktorunun, Kerküklü Kürt, Nuri Talabaniânin bu konuda yazdığı tüm kitap ve makalelere ilişkin yeterli bilgim vardı. O yüzden, Kerkükâü çıplak gözle görmek, benim için bir âolmazsa olmazâ hükmü haline gelmişti. Görmemiş olsam bile, kim ne derse desin Kerkük, benim ruhumda bir âTürk-Türkmen şehriâ hüviyetini korumuştu. Ãocukluğumdan beri ruhuma kazınmış o güzel türküler, Türkçeydi ve Kerkük türküleriydi ne de olsa. Celal Talabani ile Süleymaniye yakınlarında Dukanâda yaptığımız kısa bir tartışmayı hatırlıyorum. Kerkükâün âtarihi ve coğrafi olarak Kürdistanâa dahil olduğunuâ söylediği anda, yüzümdeki alaycı tebessümü fark etmiş, âBunu ben söylemiyorum. Şemseddin Sami söylüyorâ diye ısrar etmişti. Bu Şemseddin Sami referansını duya duya ezberlemiştim. Wikipedia, Arnavutluk 1850 doğumlu ve İstanbulâda 1904âte ölen Şemseddin Sami için âArnavut kökenli Türk yazar ve araştırmacısıâ diyor. Bu günlerde Türkiyeâde metrekare başına en az dört araştırmacı-yazar düştüğüne bakılırsa Şemseddin Sami bunların atası sayılabilir. Şemsettin Sami ve Türkçe Şaka bir yana, Şemseddin Sami, Türkçeye, yani anadilimize olağanüstü hizmetleri olmuş birisidir. Nitekim, aynı Wikipedia maddesi ondan şöyle söz ediyor: âYaşamının son yıllarını araştırarak, yazarak geçirdi. Tüm yaşamını Türkçeye adadı. Dilin sorunlarını inceledi, Türkçenin yabancı sözcük ve kurallardan arındırılmasına çalıştı. En önemli çalışmalarını dil konusunda yaptı. Türkçeye Osmanlıca denilmesine karşı çıktı. Ona göre Türkçe konuşan kavmin adı Türktü. Arapça ve Farsça sözcükler yüzyıllarca kullanılmalarına rağmen Türkçeyle kaynaşmamış, yabancı kalmışlardı. Doğu Türkçesi, söyleyiş kabalığına karşın sözcük dağarcığı bakımından Batı Türkçesinden zengindi. Bu nedenle Batı Türkçesine tercih edilmeliydi. Türkçeyi zenginleştirmenin yolu yabancı sözcükler yerine Doğu Türkçesindeki sözcüklerin kullanımının artırılmasıydı. Şemseddin Sami, Osmanlıcadaki sözcüklerin yüzde 80'inin konuşma dilinde kullanılmadığını, Tanzimat edebiyatının Osmanlı ve Osmanlıca etkisinden uzaklaşmaya çalışmasına rağmen, sözcük kaynağı konusunda sıkıntı çektiğini savundu. Türkçe konusunda çalışmalarının yanında tarih ve coğrafya ile ilgili araştırmalar da yaptı.â Görüldüğü gibi, Şemseddin Sami, o dönemin şartlarında bile âTürkçüâ sıfatını hak eden, ciddi bir araştırmacı. İki ciltlik "Kamus-ı Türki" (1899-1900) döneminin en önemli Türkçe sözlüğüydü. 1889 ve 1898 yılları arasındaki emeğini kapsayan "Kamusâül Alam" ise 6 ciltlik bir tarih ve coğrafya ansiklopedisiydi. Kerkükâün nüfus çoğunluğunun Kürt, Kerkükâün coğrafi aidiyetinin ise Kürdistan olduğu, bu Kamusâül Alamâın Kerkük maddesindedir ve bugün Irak Kürtlerine, Kerkükâe ilişkin en büyük kozu vermiştir. Kürtler, Kerkükâe ilişkin tarihi ve coğrafi iddialarını bir âTürkçüâye dayandırıyorlar. Ben, Şemseddin Sami konusunda antrenmanlı olduğum için Talabani, Şemseddin Sami der demez, sözünü kestim, âO, bir Arnavuttur ve hayatında Kerkükâe ayak basmamıştır. Şemseddin Sami ile Kerkükâün coğrafi ve tarihi kimliğini belirleyemezsinizâ dedim. Talabani, altta kalmamak için âPeki ya, İsmet Paşaâya ne diyeceksinâ diye üsteledi. İsmet Paşaânın Kerkük ve Kürt kimliği konusunda bir şey söyleyip söylemediğinden haberim yoktu. Bu topa hiç girmedim. âİsmet Paşa da sayılmaz. Bitlis kökenli bir Malatyalıdır. Kürt kökenli olduğunu sanıyorum. O nedenle, onun ne dediğini de esas alamayızâ¦â Celal Talabani güldü. Uzatmadı. Zaten, bu konuda asıl ısrarlı olan, Kerküklü olmasına rağmen o değildir. Mesut Barzaniâdir. Kerkük yoluna düşmeden önce, 2003 Temmuzâunun o günlerinde Erbilâin kuzeyindeki Selahaddinâde onunla konuşurken Kerkük konusunu öyle bir kestirip atmıştı ki, konuşacak mecal ve gerek bırakmamıştı. Mesut Barzani, babası Molla Mustafa Barzaniânin Kerkük üzerinde tavize yanaşmadığı için Bağdat hükümeti ile ters düştüğünü ve savaştığını, yüz binlerce Kürdün Kerkük üzerinde uzlaşılamadığı için öldüğünü vurguluyor; bir anlamda, Kerkükâü bir âbaba mirasıâ gibi terk edemeyeceği bir manevi yükümlülük halinde ifade ediyordu. Bu kadar duygusallıkla yüklü ya da öyle sunulan bir yaklaşım üzerinde akademik içerikte bir tartışma yapmanın imkânı da âlemi de yoktu. Gerçekten de Talabaniânin örgütünün iki numarası Nuşirevan Mustafa Emin, sabahın erken saatlerine uzayan bir Bağdat sohbetinde bana eski günlerin perde arkasını anlatırken Saddamâın 1974âte Kerkükâü Bağdat yönetimi ve Kürt özerk bölgesi yönetimi altında olacak şekilde ikiye bölmeyi kabul edecek kadar tavize yanaştığını ifşa etmişti. Saddamâla görüşmelere o da katılmıştı. Ama Molla Mustafa Barzani, yarısı Kürtlere bırakılacak olsa da bu tavize bile yanaşmamıştı ve 1975âte Kürtlerin mahvına, 1980âlerde soykırım kampanyalarına hedef olan savaş, yeniden başlamıştı. Kerkük üzerinde uzlaşılamadığından. Kerkük, nasıl bölünecekti? Şehri kuzeyden güneye kat eden Bağdat Yolu adlı ana caddenin doğusu Kürt özerk bölgesi yönetimi altında olacaktı, batı tarafı ise merkezi hükümetin. Unutmadan söyleyelim; Kerkükâün Kürt mahalleleri o doğu tarafında yani Ãamçamal ve Süleymaniye yolu üzerinde ve yanlarında; petrol bölgesi ise batı tarafında! Peki, nasıl oluyor da ta 1974âte Kerkük, Arap merkezi yönetimi ile Kürt özerk bölge yönetimi arasında pazarlık kozu olabiliyordu? Türkiye neredeydi? Türkmenler ne diyordu? Türkmenlerden söz eden var mıydı? Kerkük, o tarihte Türk değil miydi? Bu soruların cevapları var. Şimdiden ve en kestirmeden benim açımdan geçerli olanı söyleyeyim: Kerkük, hep bir âTürk şehriâydi. Bunun kanıtlarını da sunacağım. Pekâlâ, şu sırada durum ne? Ãnce şu Kerkükâe bir girelim. O arada, iddiamın dayanaklarını da yani âkanıtlarıâ da gösteririm.