ALİ RIZA SOYDAN: "KRAL ZATEN ÇIPLAKTI"

Tiyatro sanatçısı Ali Rıza Soydan'ın Dünya Tiyatrolar Gününde BADD'da verdiği konferansın tam metnini sizlerle paylaşıyoruz.

Tiyatro sanatçısı Ali Rıza Soydan'ın Dünya Tiyatrolar Gününde BADD'da verdiği konferansın tam metnini sizlerle paylaşıyoruz.

Ben kral çıplak demedim yanlış anladınız. Kral zaten çıplaktı. Ben Kral üşüyor dedim.  
 
Bir süre önce Başbakanlığa mail yoluyla yazdığım aşağıdaki dilekçemle vatandaşlıktan çıkarılmak ve “mümkünse” Afrika ülkelerinden birine sürgün edilmemi talep ettim. Çünkü zaten bu zamana kadar hiç vatandaş sayılmadığım ve almam gereken hiçbir şeyi almadığım (sosyal siyasal ve ekonomik) için daha önce yazdığım bir yazımda (12 yıl kadar önce) artık vatandaşlık görevlerimi yerine getirmeyeceğimi vergi ödemeyeceğimi oy vermeyeceğimi beyan etmiştim ve o tarihten bu yana da oy kullanmış değilim.  
Kendi ülkemde mülteci gibi değil mülteciden beter koşullarda yaşadım. Bu ülkede bir sanatçı olarak yaşa(yama)ma nedenlerimi genel sebepler ve yaşadıklarım şeklinde sıralayacağım.  
 

Söylediklerim ve yazdıklarım, söyle(ye)mediklerim ve yaz(a)madıklarımın kareköküdür.  
 
Gazeteler ne yazık ki böylesine hayati önemli bir konuyu bile magazinleştirmeden veremiyorlar. Bu bile başlı başına bir olaydır. Bir sanat olayının ya da sanatçının haberi ancak magazinleştiği zaman yayınlanabiliyor. Marka olmak ünlü olmak değil işimi yapabilmek ve sanatçı olarak kendimi ifade edebilmek istedim. Bu aşağıda sıralayacağım nedenlerle çok mümkün olmadı. Açlık konusuna gelince evet yaşadığım süre boyunca hep açlık çektim. Ama benim açlığım başkalarının sandığı gibi bir açlık değil. Benim birinci açlığım ve en öncelikli talebim demokrasi talebiydi. Sonra bilgi açlığı ve arkasındanda sevgi açlığı olarak tanımlayacağım şekilde ifade edebileceğim bir açlıktır.  
Demokrasi konusunda devamlı sınıfta kalmış bir ülkenin çocuğuyum. Büyük travmalar yaşatılmış bir kuşağın temsilcisiyim. Baskılar ve yasaklarla mücadele ederek geçti yaşamız. Bilgi üzerinde bile her dönemde bir kısıtlama ve yasaklama oldu. Bu ülkede üzülerek ifade ettiğim kitap toplatmaları yasaklamaları ve yakılmaları yaşandı çok uzak olmayan bir dönemde. Filmler yakılıyor tiyatro  oyunları yasaklanıyor.Bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu bir çağda bile hala bilgi üzerinde sansür uygulanabiliyordu. Sistem adeta insanlara toplu bir şekilde aynı düşünmesini ve aynı şeye inanmasını dayatmaktadır. Böyle olmayanları ötekileştirmektedir. Kabile toplumu gibi kabileler halinde yaşanmaktadır. Değer yargılarının değişmesiyle birlikte de toplum sevgisiz bir toplum olma yolundadır ve her şey “para” ya endekslenmiştir. Sevgi açlığı da buradan doğmaktadır.

2010 Avrupa kültür başkenti projesini her yerde sabote edeceğim… Bu kentin sokaklarında sanatçılar sefalet içinde yaşamaya hayata tutunmaya çalıştılar… Kentin arka sokaklarındaki ucuz otellerde ve bekar odalarında sefalet içinde ölen arkadaşlarımız oldu. Onları ayakta tutan besleyen etraflarında kendilerini seven alkışlayan takdir eden sanatsever izleyiciler oldu her zaman. Alkışlarla yetindiler. Huzur evlerinde ölenler belki biraz daha şanslıydı.. Ben böyle başkenti başınıza yıkarım… Bu ülkede sanat adamlarının kültür insanlarının sorunları çözülmeden bu kent Avrupa’nın kültür başkenti filan olamaz…  

DİLEKÇE METNİ  
 
BAŞBAKANLIK YÜKSEK MAKAMINA  
 
35 yıldır tiyatro ve sinema sanatına emek vermiş bir vatandaş olarak bütün bu sürede kendi ülkemde mülteci gibi yaşamak zorunda bırakıldım.Sosyal güvencem olmadı. Sanatımı ve mesleğimi özgürce yapamadım..Anayasada da belirtilen "Devlet sanatı ve sanatçıyı korur" ve "Devlet kişinin gelişmesinin önündeki ekonomik-sosyal ve siyasal engelleri kaldırmakla mükelleftir" maddelerinin hayata geçmediğini gördüm.Bu süreç içerisinde uğramadığım haksızlık ve zulüm kalmadı.Daha da sıralayacağım bir dolu nedenden ötürü Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bana ver(me)diklerini iade ederek vatandaşlıktan çıkarılmam ve mümkünse Afrika ülkelerinden birine sürgün edilmem konusunda gereğinin yapılmasını arz ederim.

Saygılarımla...

Ali Rıza SOYDAN

DİLEKÇEYE VERİLEN CEVAP

İlgi : a) 08/12/2009 tarihli dilekçeniz. b) 14/12/2009 tarihli yazımız. c) 15/12/2009 tarihli dilekçeniz. İlgi (a)’da kayıtlı Türk vatandaşlığınızın kaybettirilmesine ilişkin dilekçenizde belirtmiş olduğunuz sebep, 5901 Sayılı Türk Vatandaşlığı Kanununun 29.maddesi hükümlerine göre Türk vatandaşlığını kaybettirme nedeni olmadığından talebiniz ile ilgili yapılacak herhangi bir işlem bulunmadığı ilgi (b)’de kayıtlı yazımız ile “Bimer” yolu ile bilgi verilmiştir. Dilekçenize cevaben duyurulur.

5901 SAYILI YASANIN İLGİLİ MADDELERİ

YAZIDA BELİRTİLEN 29.MADDE

Türk vatandaşlığını kaybettirme

             MADDE 29 – (1) Aşağıda belirtilen eylemlerde bulundukları  resmi makamlarca tespit edilen kişilerin Türk vatandaşlığı  Bakanlığın teklifi ve Bakanlar Kurulu kararı ile kaybettirilebilir.

             a) Yabancı bir devletin, Türkiye'nin menfaatlerine uymayan herhangi bir hizmetinde bulunup da bu görevi bırakmaları kendilerine yurt dışında dış temsilcilikler, yurt içinde ise mülki idare amirleri tarafından bildirilmesine rağmen, üç aydan az olmamak üzere verilecek uygun bir süre içerisinde kendi istekleri ile bu görevi bırakmayanlar.

             b) Türkiye ile savaş halinde bulunan bir devletin her türlü  hizmetinde Bakanlar Kurulunun izni olmaksızın kendi istekleriyle çalışmaya devam edenler.

             c) İzin almaksızın yabancı bir devlet hizmetinde gönüllü  olarak askerlik yapanlar.

Türk vatandaşlığından çıkma

             MADDE 25 – (1) Türk vatandaşlığından çıkmak için izin isteyen kişilere aşağıdaki şartları taşımaları halinde Bakanlıkça çıkma izni veya çıkma belgesi verilebilir.

             a) Ergin ve ayırt etme gücüne sahip olmak.

             b) Yabancı bir devlet vatandaşlığını kazanmış olmak veya kazanacağına ilişkin inandırıcı belirtiler bulunmak.

             c) Herhangi bir suç veya askerlik hizmeti nedeniyle aranan kişilerden olmamak.

             ç) Hakkında herhangi bir mali ve cezai tahdit bulunmamak. 

ANAYASANIN DEĞİŞTİRİLEMEYECEK MADDESİ  
 
V. Devletin temel amaç ve görevleri  
Madde 5 – Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.

GENEL HÜKÜMLER  
 
VII. Düşünce ve kanaat hürriyeti  
Madde 25 – Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.  
Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.  

VIII. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti  
Madde 26 – Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

IX. Bilim ve sanat hürriyeti  
Madde 27 – Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araştırma hakkına sahiptir.  
Yayma hakkı, Anayasanın 1 inci, 2 nci ve 3 üncü maddeleri hükümlerinin değiştirilmesini sağlamak amacıyla kullanılamaz.  
Bu madde hükmü yabancı yayınların ülkeye girmesi ve dağıtımının kanunla düzenlenmesine engel değildir.  

IV. Çalışma ve sözleşme hürriyeti  
Madde 48 – Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.  
Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlarına uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır.  

A. Çalışma hakkı ve ödevi  
Madde 49 – Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.  
Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır.  

XII. Sanatın ve sanatçının korunması  
Madde 64 – Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır.  

İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİNDE YER ALAN HAKLAR (bir kısmı)

 
Madde 3 Herkesin yaşama hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı vardır.

Madde 4 Hiç kimse, kölelik ya da kulluk altında tutulamaz; her türden kölelik ve köle ticareti yasaktır.

Madde 5 Hiç kimseye işkence ya da zalimce, insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele ya da ceza uygulanamaz.

Madde 6 Herkesin, nerede olursa olsun, yasa önünde bir kişi olarak tanınma hakkı vardır.

Madde 8 Herkesin anayasa ya da yasayla tanınmış temel haklarını ihlal eden eylemlere karşı yetkili ulusal mahkemeler eliyle etkin bir yargı yolundan yararlanma hakkı vardır.

Madde 9 Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez.  

Madde111-1 Kendisine cezai bir suç yüklenen herkesin, savunması için gerekli olan tüm güvencelerin tanındığı, kamuya açık bir yargılanma sonucunda suçluluğu yasaya göre kanıtlanıncaya kadar suçsuz sayılma hakkı vardır.

111-2- Hiç kimse, işlendiği sırada ulusal ya da uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan herhangi bir fiil yapmak ya da yapmamaktan dolayı suçlu sayılamaz. Kimseye, suçun işlendiği sırada yasalarda öngörülen cezadan daha ağır bir ceza verilemez.  

Madde 131. Herkesin, her Devletin sınırları  içinde seyahat ve oturma özgürlüğüne hakkı vardır.2. Herkes, kendi ülkesi de dahil, herhangi bir ülkeden ayrılma ve o ülkeye dönme hakkına sahiptir.  

Madde 141. Herkesin, sürekli baskı altında tutulduğunda, başka ülkelere sığınma ve kabul edilme hakkı vardır.2. Gerçekten siyasal nitelik taşımayan suçlardan kaynaklanan ya da Birleşmiş Milletlerin amaç ve ilkelerine aykırı fiillerden kaynaklanan kovuşturma durumunda, bu hak ileri sürülemez.  

Madde 151. Herkesin bir ülkenin yurttaşı olmaya hakkı vardır.2. Hiç kimse keyfi olarak uyrukluğundan yoksun bırakılamaz, kimsenin uyrukluğunu değiştirme hakkı yadsınamaz.  

Madde 18Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, din veya inancını değiştirme özgürlüğünü ve din veya inancını, tek başına veya topluca ve kamuya açık veya özel olarak öğretme, uygulama, ibadet ve uyma yoluyla açıklama serbestliğini de kapsar.  

Madde 19 Herkesin kanaat ve ifade özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak, müdahale olmaksızın kanaat taşıma ve herhangi bir yoldan ve ülke sınırlarını gözetmeksizin bilgi ve fikirlere ulaşmaya çalışma, onları edinme ve yayma serbestliğini de kapsar.  

Madde 231. Herkesin çalışma, işini özgürce seçme, adil ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.2. Herkesin, herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, eşit iş için eşit ücrete hakkı vardır.3. Çalışan herkesin, kendisi ve ailesi için insan onuruna yaraşır bir yaşam sağlayacak düzeyde, adil ve elverişli ücretlendirilmeye hakkı vardır; bu, gerekirse, başka toplumsal korunma yollarıyla desteklenmelidir.4. Herkesin, çıkarını korumak için sendika kurma ya da sendikaya üye olma hakkı vardır.  

Madde 24Herkesin, dinlenme ve boş  zamana hakkı vardır; bu, iş saatlerinin makul ölçüde sınırlandırılması ve belirli aralıklarla ücretli tatil yapma hakkını da kapsar.  

Madde 271. Herkes, topluluğun kültürel yaşamına özgürce katılma, sanattan yararlanma ve bilimsel gelişmeye katılarak onun yararlarını paylaşma hakkına sahiptir.2. Herkesin kendi yaratısı olan bilim, yazın ve sanat ürünlerinden doğan manevi ve maddi çıkarlarının korunmasına hakkı vardır.  

Madde 28Herkesin bu Bildirgede ileri sürülen hak ve özgürlüklerin tam olarak gerçekleşebileceği bir toplumsal ve uluslararası düzene hakkı vardır.  

YAŞA(YAMA)MA NEDENLERİM 

 
Yukarda sıraladığım maddelerde belirtildiği şekilde Türkiye’de yaşayamama nedenlerimi 1-GENEL SEBEPLER 2-YAŞADIKLARIM VE BANA DAYATILAN şeklinde anlatacağım. Siz de takdir edersiniz ki 35 yılda yaşananları iki sayfalık bir bültene sığdırmak mümkün değil benim burada geniş şekilde anlattıklarımdan bir özet çıkarabilirsiniz.  

GENEL SEBEPLER

 
1- DEMOKRASİ VE SANAT

 
Demokrasinin bütün kurumlarıyla tesis edilmediği düşünce ve ifade özgürlüğünün olmadığı bir ülkede sanat ve estetik üretiminden bahsedilemez. Çünkü sanat özgür ortamda gelişir. Özgürlüklerin sınırlandığı karşı fikirlere izin verilmediği yasakçı ve sansürcü baskıcı uygulamaların yapıldığı bir ülkede sanatın ve sanatçının gelişmesi mümkün değildir.

Bir ülkede özgürce sanat yapılamıyorsa orada demokrasi yoktur. Demokrasi yoksa sanatta yoktur. Anadolu’nun her yerindeki onlarca tiyatro harabesine bakıp ta utanmak lazım on binlerce yıl önce nasıl ileri bir medeniyet yaşamış. On bin beş bin kişilik anfi tiyatrolar bir ihtiyaçtan ortaya çıkmış. Biz kendimizi uygar ve ileri medeniyet sayıyoruz. Oysaki on bin yıl önceki medeniyetin bile on bin yıl gerisindeyiz.

Özgürce sanat yapabildiğimde söylenemez özellikle tiyatro İstanbul’da istediğiniz salonu tutup istediğiniz oyunu oynarsınız buna kimse karışmaz ama Anadolu’ya gitmek istediğinizde sanki eyalet kanunları varmış gibi izin almak keyfiyeti vardır..

Siyasilerin tiyatroya bakışını  şu günlerde zaman gazetesinde yayınlanan bu yazıyla anlatabilirim..

Tiyatrocu Müjdat Gezen Kültür Bakanlığı'nı para yardımını reddetti

Tiyatrocu Müjdat Gezen, Kültür Bakanlığı'nın özel tiyatrolara yaptığı para yardımını reddetti. Durumu Güzel Sanatlar Müdürlüğü'ne de bildiren Gezen, "Geçenlerde bir gazete haberi okudum. Trabzon Devlet Tiyatrosu sanatçıları, bir oyunda başbakanı eleştiriyor. Bunun üzerine 'Nasıl böyle söylersiniz' diye ihtar cezası veriliyor. Hemen Trabzon'a bir telgraf çekerek bu genç meslektaşlarımın yanında olduğumu bildirdim. Aynı olayın başıma gelmesini istemem. Ben de politik oyunlar oynuyorum. Yarın, öbür gün 'Sen devletten yardım alıyorsun, böyle eleştiriler yapamazsın' diye bir baskı gelmesini istemem. Terbiyemi bozmaktansa bu yardımı reddederim daha iyi" dedi. 

"Baleden hazzetmem, tiyatroyu tehlikeli bulurum!"

Zaman Gazetesi Yazarından ilginç  yorum 
 
30.01.2010 00:05

Balçiçek Pamir’le Söz Sende’nin bugünkü konuğu Ahmet Turan Alkan’dı. Alkan programda gündeme dair ilginç açıklamalar yaptı. Zaman Gazetesi Yazarı, Batman’da açılan tango kursuna gelen tepkileri ve kursa katılanlara yöneltilen tehditleri yorumlarken “Bu tango kursları kamuya bulaşmadıkları sürece sorun yok. Yani mesela bir devlet görevlisi çıkıp da ‘Bu zorunludur’ demediği sürece herkes istediğini yapabilir, kurs da açabilir, buna katılabilir de… Tepkileri lüzumsuz görüyorum” deyince Balçiçek Pamir “Dans, bale, tiyatro ve cazın belli bir entelektüel camiaya ait beğeniler olduğu düşünülüyor. Katılır mısınız?” diye sordu. Alkan bu soruya ilginç bir cevap verdi: “Şahsen ben baleden hazzetmem. Tiyatroyu da tehlikeli bulurum. Bu tür sahne sanatları bana hitap etmiyor. Tiyatro mesela, çok yapmacık geliyor.” Bu yorum üzerine çok şaşıran Balçiçek Pamir’se şunları söyledi: “Bu sözleriniz beni gerçekten çok şaşırttı. Benim için tiyatro vazgeçilmez bir sanat dalıdır. Yapmacık olduğu görüşünüze de katılamayacağım.”

Ahmet Turan Alkan, Tekel işçilerinin eylemiyle ilgili olarak da şu yorumu yaptı: “Onlar eyleme başlayınca araştırdım, benim Yrd. Doç.’lik maaşımdan daha fazla maaş  alıyorlar. Ve tabii ki haklı olarak bundan vazgeçmek istemiyorlar. Ama bu ülkede çok daha az paraya çalışan insanlar var sonuçta.” Balçiçek Pamir’in “Ama hiç kimse hayat standardının düşmesini istemez ve bunda haklıdır, siz de böyle düşünmüyor musunuz?” sorusuna Alkan şu cevabı verdi: “Olabilir ama açıkçası ben Tekel eylemine hoş bakmıyorum.” Alkan, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in işçi eylemiyle ilgili olarak söylediği “Hatamız merhamettir” cümlesine de aynen katıldığını ifade etti ve “Bakanla aynı şekilde düşünüyorum” dedi. 

2- YASAL DÜZENLEMELER

 
Ne yazık ki Türkiye’de ben bu mesleği icra etmeğe başladığım günden bu yana ve benden öncesinde de olmak üzere ne sinemanın ne de tiyatronun bir “iş” yasası olamamıştır. Berber dükkanı açmak için bile bir berberler federasyonu vardır çıraklık ve ustalık belgesi alamamış kimsenin eline ustura verilmez ama ne yazık ki tiyatro yada sinema yapmak için böyle bir şeye gerek yoktur çünkü yasayla düzenlenmiş bir yasası olmadığından her kes bekli de usturadan daha keskin bir sanat olan ve bu keskinliği yüzünden sürekli baskı altında tutulan oyunculuk sanatını serbestçe yapabilmektedir. İş kolu olarak ta zaten “torba” diye tanımladığımız bir torba iş kolunda (17. iş kolu) olduğundan meslek örgütleri ve sendikalarda işlevsiz kalmaktadır. Neredeyse 20 000 kişinin çalıştığı bir endüstri haline dönüşmüş olan bu sektör yasası olmadığı ve tek başına bir iş kolu olarak ayrılamadığı içinde zor durumdadır. Böyle bir yasal düzenlemeye ihtiyaç duyulmaması bir ihmalden çok bilinçli bir tercih ve sanatın gelişmesinin önünü tıkamak sanat ve sanatçıyı her zaman devletin kontrolünde tutabilmek ve özgürleşmesine engel olmak içindir. İş yasasının olmayışı yüzenden bu gün oyuncuların dünyanın bir çok ülkesinde olduğu gibi “oyuncular sendikası” olarak örgütlenememektedir. Böyle olması da bu alanda daha çok hak kaybına adaletsizliğe ve hukuksuzluğa seyirci kalmak demektir. 
 

3- SANAT VE SANATÇI KAVRAMI

 
Estetik önceleri felsefenin bir dalıydı ama yüzyılın son çeyreğinde bilim olarak kabul edildi ve sanatta estetik biliminin alanına giren bir iştir. Sanat estetik nesnedir ve sanatçı da estetik nesne üreten kişidir. Estetik nesne olmayı belirleyen en önemli kurallardan biri de “öz biçim” dengesidir yani ne öz uğruna biçim nede biçim uğruna öz reddedilebilir. Özellikle de 1980 sonrasın da toplumsal değer yargılarının değişmesiyle sanatın içi boşaltılmış salt görselliği ön plana çıkmış içi boş bir eğlence aracı haline dönüştürülme çabası yoğunlaşıştır. Popüler kültür bir magazinleşme yaratmış sanat haberlerinden çok magazin haberleri. Sanatçının ürettiği şeylerden çok sanatçı diye lanse edilip marka yapılanların sosyal yaşamları kiminle evlendiği kiminle yaşadığı gibi şeylerle ön plana çıkmaya başlamış. Sanat ve sanatçı kavramının içi boşaltılmıştır.

 
4- SANAT EĞİTİMİ VE EĞİTİM SİSTEMİ

 
Sanat eğitimi ne yazık ki 1960 lı ve 70 li yıllarda bu kadar yaygın değildi. O nedenle bu mesleğe o zamanlarda başlayanların  çok iyi bir eğitim hizmeti aldığı söylenemez. Bir devlet konservatuarı vardı oda 10 yada 20 kişi alır, ondan da daha çok devlet tiyatrolarında çalışanların çocukları istifade ederdi. Zaten konservatuarda sanat camiasına sanatçı yetiştirmekten çok devlet tiyatrosuna “sanatçı” personel yetiştirmek içindi. 80 sonrasında ne olduysa neredeyse her fakültenin güzel sanatlar kürsüsü ve oyunculuk bölümleri açıldı. Konservatuar meslek okulu statüsünden çıkarılıp üniversite bünyesine alındı. Gençliğin sanata yönelimini keşfeden yetkililer daha çok insanın bu “eğitimi” almasını sağladılar belki ama sistem bilgi donanımı sağlamak bilgi edindirmek değil diploma edindirmek karşı taraf içinde diploma sahibi olmak amacı taşıdığından, diplomalı işsizler yetiştirmekten öte gidemedi. Belki ödenekli tiyatrolarda iş bulacaklar için diploma ya da akademik kariyer önemliydi ama sektörde durum öyle değildi. Yetenek ya da ilişkiler ön plandaydı. Hiçbir yapımcı ya da yönetmen kendi işinde kullanmayı düşündüğü insan malzemesinin diploması yada kariyeriyle ilgilenmiyordu. Önemli olan yeteneğiydi çünkü bir yerlerde kendini oyuncu olarak kanıtlamış olması yetiyordu. O nedenle hep içimde uhdedir imkânım olup ta eğitim almak için yurt dışına gidemedim. Çünkü o tarihlerde kaliteli bir eğitim hizmeti alabilmek ancak bazı Avrupa ülkelerinde mümkündü. Örneğin kendi ülkemde bulamadığım bu imkanı Almanya’ya gidip Berlin Ansamblenin öğrencisi olarak kazanabilirdim. Bu tarzda bağımsız bir enstitü ne yazık ki Türkiye’de yoktu. Zaman zaman İstanbul Şehir Tiyatrolarının düzenlediği kurslar ve birde benimde yetiştiğim ve bir çok sanatçı yetiştiren Halkevleri vardı. Bu gün çok yaygın bir şekilde ve son derece denetimsiz özellikle de yasası olmadığı için bu alandaki örgütlerin ve kurumlarında önüne geçemediği sayıda son derece kalitesiz eğitim veren hatta kendi yanlışlarını başkalarına doğru gibi öğreten kurslar türemeye başladı. Bu gün konservatuarlarda bu amaca hizmet edememektedirler. Estetik biliminin gelişmesiyle gerçekten bağımsız sanat eğitimi veren, ideolojik bir argumanın emrinde olmayan bağımsız estetik enstitülerine ihtiyaç vardır.
 

5- DEVLETİN TİYATRO SANATINA ACIMASIZ REKABETİ

 
70 li yıllarda tiyatro altın dönemini yaşadı. Özellikle özel tiyatrolarda önemli bir artış gözlendi. O dönemde tiyatroların artmasıyla beraber yeni salonlarda yapılmaya başlandı ve salon sayısı da tiyatroya paralel olarak arttı. Daha çok oyun sergilendi ve bunlar birbirine rekabet halinde sürekli kaliteyi ve çıtayı yükseltiyorlar her yaptıkları sanat olayı öncekini aşarak yükseliş kaydediyordu. Toplumun algısı bu yönde gelişme kaydediyor ve seyirci de hem niceliksel hem de niteliksel olarak artıyordu. Yine estetik bilimi estetik üretimiyle ilgili olarak izleyici estetik üretimine katılmıyorsa orada estetik üretiminden söz edilemez der. İzleyici estetik üretimine izleyerek, eleştirerek ve sorgulayarak katılır. O zamanda çok bilinçli bir tiyatro izleyicisi oluşmaya başlamıştı. O yıllarda özel tiyatrolar Devlet Tiyatrolarının biletlerinin ucuz olmasına karşın daha çok izleniyor, oyunları ve oyuncuları daha çok tanınıyor benimseniyor ve kabul görüyordu. Çok büyük bütçeli müzikaller geniş kadrolu oyunlar sahnelenmeye başlanmıştı. 80 sonrasında bu denge tersine döndü. 80 sonrasının getirdiği baskı ortamında “özel” tiyatro yapmak zorlaşınca (özel tiyatro ne demekse) yapanlarda astronomik salon kiralarını karşılayabilmek için bilet fiyatlarını belli bir seviyede tutmak zorundaydı. Bu dönemde ödenekli tiyatrolar çok ucuz olan bilet fiyatları ve devlet imkânlarını da kullanarak dengesiz bir rekabete başladılar. Bunun karşısında tiyatro yapımcıları yaptıkları işi daha az maliyete düşürmek adına az kadrolu ve düşük bütçeli işler yapmaya başladılar. Bu da sektörde bir çok oyuncunun işsiz kalması demekti. Bu durum özel tiyatro yapmayı zorlaştırdı. Tiyatroda kalite öncesine göre düşmeye ve amatörleşmeye başladı. Devlet tiyatro yapmaya soyunmuştu bir kere tiyatro ihtiyacını karşılayacaktı. Devletin tiyatrosu vardı ya.. Ayakta kalan tiyatroları da devlet yardımı adı altında ulufeye bağlayınca bir anlamda sorunu çözmüş oldu. Ben burada devlet tiyatrosu özel tiyatro meselesini tartışmayacağım çünkü bu ayrıca bir tartışma konusu ve burada gündeme getirerek uzatmak istemiyorum. Ama mutlaka tartışılmalı. Özellikle tiyatro gibi bir sanat devlet güdümünde olmalı mı? Ya da devlet sanatı olur mu? Vb.

Birde Devlet Tiyatrosu oyuncuların ucuz iş gücü anlamında nasılsa maaş alıyoruz şeklinde kaşeleri düşürme sorunu var ki buda ciddi bir haksız rekabeti doğurmaktadır. 

6- KÜLTÜR BAKANLIĞI VE DEVLET YARDIMI

 
1974 yılına kadar Türkiye’de bir üst yapı kurumu olan kültürün bakanlığı da yoktu başbakanlığa bağlı bir kültür müsteşarlığı bakıyordu bu işlere, o da sanattan çok müzelerin bekçiliğini yapmak amaçlıydı. Çünkü devletin kültür ve sanat derdi olmadığı gibi böyle bir şeye ihtiyacı da yoktu. 1946 lara kadar halk evleri ve halk odaları vasıtasıyla köylere kadar kültürün taşınmasına öncülük etmiş köy enstitüleri gibi önemli kültürel kurumlar bile yıllarca baskı altında tutulmuş ve sonunda da kapanmıştı. Sanat topluma bilinç taşıyacağı ve yaşamı sebep sonuç ilişkileriyle sorgulayacağı için sakıncalıydı. 1974 yılından sonra bu günkü gibi Turizm bakanlığına eklenerek bir kültür bakanlığı kuruldu. Ama hiçbir zaman devletin kültür sanat diye bir derdi olmadığı gibi sanatın gelişmesinin üzerinde her zaman baskı ve sansür uygulandı. Bu işi sadece devletin ödenekli tiyatroları özgürce yapabilirdi. Elbette orada çalışan arkadaşlarımı da tenzih ediyor ve onların sorunlarını da paylaşıyorum. Özerk olması bağımsız olması gereken bu kurum her iktidarın ayrı ayrı baskısına muhatap oldu. Orada da bir çok gelişme yaşandı bu anlamda özerkliği ve bağımsızlığı için çabalar ve mücadeleler oldu ama devletin sahibi ve işvereni olduğu bir tiyatroda ne kadar özgür olunabilirse o kadar olabildiler. Devlet sonunda tiyatroyu yardıma muhtaç hale getirince anayasadaki devlet sanatı ve sanatçıyı korur maddesini de hatırlayarak yardıma bağladı. Devlet yardımı ise özel tiyatroları geliştirmekten çok bitirmeye yaradı. Yardımın dağılış biçimi yöntemi ne kadar doğruydu tartışılır. Ben daha öncesinde iki ayrı bakanla bu konuda görüştüklerimi bir mektupla üçüncü bir bakana anlattım. Olması gerekeni de orada ifade ettim. O mektupta bu bültenin ekindedir.  

7- KÜLTÜR VE SANAT ÜZERİNDE SİYASAL BASKILAR

 
Kültür ve sanat üzerinde siyasal baskılar her dönemde artarak sürdü.  Özellikle özel tiyatrolar üzerinde çok yoğun baskılar geliştirildi ve adeta işlerini yapmaları zorlaştırıldı hatta bazı durumlarda imkânsız hale getirildi. Aynı şey sinema içinde geçerli oldu. Bu ülkede yasaklanan onlarca oyun. Yasaklanan filmler hatta yakılan filmler oldu. Bazen oyunlar içerde seyirci varken bile yasaklanabiliyordu. Bizler bu süreçleri yaşadık. Neredeyse polis gözetiminde oyun sergiliyorduk. Salonda bazen izleyici kadar polis oluyordu. Önceleri teyp getirir oyunu teybe kaydederlerdi daha sonra kamera kullanmaya kadar vardırdılar bu işi. Kamera kullanılması seyirciyi de rahatsız eden ve adeta fişleyen bir durumdu. Bu nedenle de seyirci tiyatroya gelmekten ürker hale gelmişti. İzin almak gibi bir keyfiyet olduğundan bazen izin başvuruları reddediliyor gerekçe olarak ta polis vazife ve salahiyetler kanunu maddesi gösteriliyordu. Polis vazife ve salahiyetler kanununda yakın zamana kadar değişip değişmediğini bilmediğim son derece onur kırıcı bir madde vardı ve şöyle deniyordu. “bar pavyon genelev ve tiyatrolarda çalışanlar süfli işler yapmakta olduklarından bayanlarının çalışma karnesi taşıma zorunluluğu vardır” yani vesikadan söz ediyordu. Bu madde varken trajik komik bir durum devlet tiyatroları vardı. Onlarında bayan oyuncuları vardı. Bununla ilgili en çok ta devlet tiyatrosu çalışanlarından bir tepki gelmeliydi ama 657 sayılı yasaya tabi olduklarından ve fikir beyan etmelerinin bile yasak olduğundan tepki göstermediler. Bu maddeye göre Devlet konservatuarlarının tiyatro bölümleri fahişe yetiştiriyordu. Ben polis çocuğuyum babam bu maddeyi iyi bildiğinden tiyatrocu olacağım dediğimde kaşlarını çatmış ve bana bizim sülalemizde pezevenk yok sen nereden çıktın demişti. Haklıydı da… Çünkü yasasında öyle yazıyor öyle tanımlanıyordu. Tiyatrocunun erkeği pezevenk kadını orospu olarak düşünülüyordu ve biz bu süreçlerden geçerek Türkiye’de tiyatronun var olma mücadelesini verdik. Her türlü zora ve baskıya rağmen en küçük ilçelere hatta köylere kadar tiyatronun yaygınlaşmasına katkıda bulunduk.

8- FIRSAT EŞİTSİZLİĞİ

 
Başka alanlarda da olduğu gibi Tiyatro ve sinema alanında da ciddi bir fırsat eşitsizliği yaratılmıştı. Sanatla uğraşabilmek ya da sanatçı olabilmek imkânları geniş insanlara sunulmuş işçi memur ve dar gelirli ailelerin çocukları ne kadar yetenekli olurlarsa olsunlar onlara lüks sayılmıştı. Böylelikle de özellikle tiyatronun belli bir zümrenin eğlence aracı olması sağlanmıştı. Belki bu koşullar bu gün biraz değişti gibi görünse de pratikte yine muazzam bir fırsat eşitsizliği söz konusu.  
 
9- KORSANLIK

 
Yasanın olmayışı yüzünden TODER gibi meslek örgütlerinin de mücadele edemediği yada önüne geçemediği bir korsanlık yıllardır sürmektedir. Korsan sadece CD ve Kitap konusunda yoktur. Tiyatronun korsanı oyuncunun korsanı yönetmenin korsanı hatta yapımcının bile korsanı vardır. Özellikle korsan tiyatroların durumu en vahimidir. Okullarda ödenekler kesilince okul müdürleri çareyi tiyatro düzenlemekte bulunca. Özellikle okulları arpalık çocukları banknot gibi gören bir takım bezirganlar üçer beşer kişilik metni bile olmayan oyunlarla okullara gitmeye ve okul salonlarında oyunlar oynamaya başlamışlardır. Bunların içinde on tane gerçekten tiyatroyu bilerek ve bilinçli yapan vardır belki . Sadece İstanbul’da 300 çocuk tiyatrosu var. Bunu Milli Eğitimin izin verdiği okullar listesinde görebilirsiniz. Oyuncunun korsanı da şu şekilde doğmakta.. Yapımcılar özellikle son dönemlerde daralan bütçeler nedeniyle, ortalama 30 bin liradan 120 bin lirayı dört markaya verince, geriye bütçeden ayıracak para olmadığı için normal şartlarda sendikanın da tespit ettiği oyuncu ücreti olan asgari 1500 lirayı oyuncuya vermek yerine ajanslara hiçbir mesleki kuruluşa kayıtlı olmayan, amatör ya da bu işi yeni yapacak olan insanlara deneme filmi çekerek 300 liraya aynı işi yapacak adamlar aratmakta. Böylelikle de bir çok oyuncu iş bulamama nokrasına gelmektedir. 10 bin liranın üstünde ücret alan çok çok 40 oyuncu vardır bu mutlu azınlığın dışında kalanlar çok ciddi sıkıntılar içindedirler. Oyuncu yılda en çok 60 gün yada 90 gün çalışabilir oda iş bulabilirse. Bir Avrupa ülkesinde sosyal güvence nezdinde oyuncunun bir günlük çalışması 6 gün sayılmaktadır.  
 
10- MARKALAŞMA VE METALAŞMA

 
1980 sonrasının değişen değer yargıları sanatı metalaştırdığından özellikle görsel medya kendi markalarını üretmekte ve yıllarını  tiyatro ya da oyunculuk sanatına vermiş insanlar kendilerini ifade edecek alan bulamazken. Medyanın bir anda markalaştırıp star yaptığı mutlu azınlık çok iyi koşullarda çalıştığından kendileriyle aynı statüde olan ama markalaşmadığı için “noname” diye adlandırılan kesimi adeta aşağılamakta ve onların sorunlarına uzak durmaktadırlar. Oysaki isteseler kendilerinin de işlerini kolaylaştıracak ve kendi lehlerine olan sendikal mücadelenin yada meslek örgütlerinin içinde yer alır. Sinema sektöründeki ağır çalışma koşullarının iyileşmesi konusunda diğer çalışanlarla birlikte davranabilirler. Bir zamanlar kendileri de noname olan bu insanlar marka olduktan sonra geldikleri yerleri ve çektikleri sıkıntıları da bir çırpıda unutuveriyorlar.. Yada hak etmedikleri bir yere birden bir bire gelmiş olduklarından çile çekmemiş bedel ödememiş oldukları için çok fazla etrafında olan uygunsuzluk haksızlık ve zulmü göremiyorlar.. Her ağacın kurdu özündendir sözünde olduğu gibi bizim kurdumuzda kendi içimizden çıkıyor.. 

11- SOSYAL GÜVENCE SORUNU

 
Devlet genel anlamda da sosyal güvenlik sorununu tam olarak çözmüş olmadığından bu gün bir çok sanatçı sosyal güvenceden yoksundur. 1984 yılında çıkan bir yasayla sanatçılara geriye doğru borçlanma yoluyla emekli olmaları sağlandıysa da o zaman muhatap bir kurum olmadığından o yetki bir vakfa verilmiş. Oradan da o dönemde sanatçıların dışında kapıcısından büfecisine kadar bir çok insan istifade edebilmiş. Borçlanmayı yatıracak gücü olmayan sanatçılar istifade edememişlerdir. Bu günde oyuncunun sigortalı olabilmesi teknik olarak mümkün değil ayrıca statüsü bile netleşmiş değildir. Maliye bakanlığı mükellef sayıp bağ-kurlu olmasını istemekte çalışma bakanlığı işçi saymaktadır. İşveren açısından da çalıştığı gün sayısı yılda azami 60 yada 70 gün olan birini bir yıl çalışmış gibi göstermek mümkün değildir. Bu nedenle sosyal güvenlikten mahrum kalınmıştır. Yıllardır da tekrar bir yasanın çıkmasını beklemektedirler.  
 
12- UNVAN GASPI VE MESLEK ÖRGÜTLERİ

 
Türk ceza kanununda unvan gaspı suçtur. Durup dururken ben mimarım diyemezsiniz. Doktorum diyemezsiniz. Ama sanatçıyım, oyuncuyum, yönetmenim vb unvanları serbestçe kullanabilirsiniz. Buda yasayla olacak bir şeydir ve bir yasal düzenleme zorunluluğu vardır. Yasası olduğunda meslek örgütlerine yetki verecek ve meslek örgütlerine kayıtlı olmayanların bu unvanları kullanmaması sağlanacak aksini yapanlara yasal yaptırım uygulanabilecektir.  

13- ÇALIŞMA KOŞULLARI VE ZORLUKLARI

 
Bu gün setlerde 90 dakika dizi dayatması yüzünden zor şartlar altında 18 saati aşan sürelerle çalışılmaktadır. Çalışanlar 10 sayfayı bulan kölelik sözleşmeleriyle bağlanmakta. Ücretlerinin güvencesi olamamakta bazen çok uzun gecikmelerle alabilmektedirler. Çünkü Türkiye’de yukarıda da ifade ettiğim gibi çakma yapımcılar olduğundan iş bitiminde bazen şirketi yerinde bulamamak bile mümkündür. Belli başlı kurumlaşmış yapım şirketlerinin dışında kalanların bir çoğu taşerondur ve asıl işveren kanaldır. O yüzden kendi öz sermayeleri olmadığından alacaklarıyla çalışanların ücretlerini ödeyebileceklerinden kanallardan sanki mal alıp satar gibi çekle aldıklarından çok uzun zaman sonra ödeme yapabilmektedirler. Bu durumda bu alanda çalışan insanların mağduriyet sebebidir. Bütün bu sorunların çözümü yine yasal düzenlemelere bağlıdır. Yasal düzenlemeler ise tepeden inme yapılmamalı “her alana ilişkin politikayı o alanın çalışanı belirleyeceğinden” bu alandaki mesleki dernek ve sendikalarla işbirliği halinde yapılmalıdır. Yoksa tepeden inme yapıldığında çözüm yerine çözümsüzlük getirecektir. Ben bu ülkede bu koşullarla çalışmak ve mücadele etmekten yoruldum doğrusu çok fazla umudumda kalmadı. Gitmek istiyorum ama umarım bu yazdıklarımın bir kısmı hiç değilse dikkate alınırda benden sonra bu sektörde çalışanlar bu acıları çekmez bu “zulmü” yaşamazlar.  
 
14- ARACI KURUMLAR VE AJANSLAR

 
Aracı kurumlar ve ajanslar konusunda da mutlaka bir düzenleme yapılmalı ve sektörde çalışan binlerce figüranla beraber yardımcı oyuncu ve oyuncularında hakları güvence altına alınmalı. Menajerlik yada ajans sistemi de meslek örgütlerinin denetiminde ve güvencesinde olabilmelidir.  
 
15- DEĞER YARGILARININ DEĞİŞMESİ VE 80 DARBESİ

 
1980 darbesinin sanat üzerindeki olumsuz etkileri sayılamayacak kadar çoktur. Ben 1980 öncesinde kendime turne tiyatroculuğunu meslek edinmiştim. 1980 den sonra derneklerin kapanmasıyla işimi yapamaz hale geldim. Birisinin meslekten men edilmesi önemli bir cezadır ve bu ancak bir mahkeme kararıyla olabilir. Ama biz bir darbeyle mesleğimizden men edildik ve işimizi yapamaz hale geldik. İstanbul Şehir Tiyatrolarından 1402 lik diye adlandırılıp mesleğinden edilenler 12 eylül sonrası tekrardan işlerine dönebildiler ama bizim men edilişimiz bir mahkeme kararıyla olmadığından tekrar işimizi yapabilmemiz zor oldu hatta tiyatro yapmamız mümkün olmadığı için kendimizi dizi setlerinde buluverdik. Özellikle de bizim kuşağımız tiyatronun en şanssız kuşağıdır. Tam olgunlaşıp meyve vereceğimiz bir zamanda tepemize bir darbe yiyerek işimizi yapamaz hale geldik. Ben geldiğim bu noktaya ilişkin sadece AKP hükümetini sorumlu tutmuyorum 35 yıllık süreci anlatıyorum. Yani gelmiş geçmiş bütün yönetimler adına AKP hükümetinden davacıyım. Asıl suçlu hatta “vatan haini” Kenan Evren ve şürekasıdır. Türkiye’yi bu günlere getiren ve ülkenin kimyasını değiştiren 12 Eylül yönetimidir. 12 Eylülde de tıpkı bu gün olduğu gibi öncesinde 141-142. maddelere istinaden devleti ilga etmek anayasayı tağgir etmeye teşebbüsten bir dolu insan yargılanıp hükümler giymiş bir dolu genç asılmış, yaşama hakkı elinden alınmış ama darbeyi yapanlar başaranlar kahraman olmuşlar onlar için hiçbir müeyyide uygulanmamıştır. Hatta ülkenin başına geçmişler ülkenin yetiştirdiği değerlerini ve dinamiklerini yok etmişler dengeleri değiştirmişlerdir. En çok imam hatip okulunun Kenan Evren döneminde açılması tesadüf değildir.

12 eylül en çok sanata kültüre ve değer yargılarına yapılmış bir darbedir ve 12 eylülden sonra toplumsal değer yargıları tamamen değişmiş para yada şöhret genel değer olmuştur. Bu itibarla 12 Eylül dönemi ülkenin yakın tarihinde bir milat olmuştur. Cumhurbaşkanları ancak vatan hainliğiyle yargılanırlar. O halde bu cennet ülkeye bu kötülüğü yapanlar vatan haini değimlidir. Bu Cumhuriyete ve demokrasiye yapılmış en büyük ihanet değilmidir. 

16- ANLAYIŞ DURUŞ VE ESTETİK KAYGISI

 
Eskiden en azından onurumuzu koruyorduk. Bir dünya görüşümüz bir sanat anlayışımız vardı ve buna uymayan işlerin içinde olmama lüksümüz vardı. Şimdi bu değişti artık sanatçı filan değiliz “ameleyiz” nerden çağırılırsa gidip oynayacak durumdayız çünkü yaşamımızı idame ettirmek asgari yaşam düzeyinde yaşayabilmek ve ayakta kalma mücadelesi vermek zorunda bırakıldık. İnsanın iki üretimi var biri teknoloji diğeri ideolojidir. Bizler ideolojik üretim yani düşünce üretimi yapan insanlarız o nedenle de hayata baktığımız bir penceremiz olmalı. 80 sonrasında gerek devlet yardımı yoluyla gerekse popüler kültürün tırmanışıyla bizim beyinlerimizi oydular onurlu yaşama hakkımızı da kullanamadık ve artık sanatı karın doyurma aracı olarak yapmaya yeteneğimizi satarak pazarlayarak ayakta durma kavgası vermeye başladık. Bu bile son derece onur kırıcı bir durumdur.

Türkiye’de son 13 yıldır istemli bir şekilde insan malzemesi onursuzlaştırılıyor. Oyunu bir torba kömüre bir kilo bulgura satan bir halktan ne beklenir. 
 
17- EKONOMİK KRİZLER VE HER FIRSATTA SANATA VURULAN DARBELER

 
Zaten sürekli bir kriz halinde olan kötü yönetilme sebebiyle bu güne kadar her global krizden etkilenen ülkemizde böyle bir durumdan en çok etkilenen ve mağdur olan sanat olur. Hemen sanatla ilgili harcamalar durur yada kesilir. En basit örnekle bir domuz gribi olayında bile Sağlık bakanının yaptığı açıklamada “tiyatroya sinemaya gitmeyin” demesi bunun en çarpıcı örneğidir ama arkasından ekonomiye can verin ciklet alın diye de reklam yapmayı ihmal etmezler.  
 
18- SALON SORUNU VE KÜLTÜREL ALTYAPI MESELESİ

 
Kültür ve sanat alt yapısı olsa kendiliğinden gelişebilecektir. Geçmiş medeniyetlerin Anadolu’nun her köşesinde bırakt