BOP denilen büyük oyun! /Hüsnü Mahalli

ABD'nin 2004'te açıkladığı BOP planı, Şii İran'ı yalnızlaştırıp kuşatma, Arap Coğrafyası'nda 'uyumlu İslam'  iktidarları yaratma amacını taşıyordu. Bölgedeki pek çok gelişmenin arkasında bu plan uygulanması var.

ABD'nin 2004'te açıkladığı BOP planı, Şii İran'ı yalnızlaştırıp kuşatma, Arap Coğrafyası'nda 'uyumlu İslam'  iktidarları yaratma amacını taşıyordu. Bölgedeki pek çok gelişmenin arkasında bu plan uygulanması var.

9 Haziran 2004’te ABD’nin Sea Island kasabasında G-8 Zirvesi için toplanan Batılı liderler coğrafyamız için neleri düşündüklerini bu kez net olarak açıkladı. Türkiye, Afganistan, Irak, Cezayir, Ürdün, Bahreyn, Yemen, Gana, Nijerya, Senegal, Güney Afrika ve Uganda liderlerinin de katıldığı toplantıda Büyük Ortadoğu Projesi resmen açıklandı. Projenin tam adı ise: Kuzey Afrika ve Büyük Ortadoğu’da Ortak Gelecek ve İlerleme İçin Ortaklık. Ne kadar da sempatik, müzikal, duygusal ve insani bir başlık!!!

TÜRKİYE EŞ BAŞKAN OLDU

Bu ana başlığın altında alt başlıklarla görev bölümü yapıldı ve Türkiye, İtalya ve Yemen “Demokrasi İnisiyatifi Eş Başkanları” seçildi. Bu ise garip bir seçimdi. Çünkü Yemen’in Osmanlı ve dolayısıyla Türklerle ilişkisi bilinmekte ama daha önemlisi hiçbir şekilde Türkiye’yle aynı kefeye konulacak bir ülke değildi. İtalya ise 1911’de Libya’yı pis bir oyunla Osmanlı’dan almış ve 100 yıl sonra (2011) aynı oyunu tekrarlayarak Libya’ya ilk saldıran ülke olmuştu. Anlaşılan Batılı ülkeler Türkiye’ye yeni roller biçiyordu. Nitekim bu yeni rollerin ilk işareti BOP toplantısından 20 gün sonra İstanbul’da yapılan ve başta ABD olmak üzere aralarında 22 NATO üyesi ülkenin bulunduğu 46 ülkeden liderlerin katıldığı NATO Zirvesi’nde verildi. Başta ABD Başkanı Bush olmak üzere NATO liderleri Türkiye’yi ve Türkiye’nin bölgesel rolünü öve öve bitiremiyorlardı. Zirvede ayrıca ve ilk kez NATO’nun kendi görev alanlarının dışında ve özellikle Irak ve Körfez bölgesinde olası müdahaleleri konuşuldu. NATO, Körfez’de henüz bir iş yapmadı ama İstanbul Zirvesi’nden önce Afganistan’ı işgal etti ve yedi yıl sonra da Libya’ya müdahale etti. Bu arada Obama’nın Türkiye’ye geldiği sırada, yani Nisan 2009’da Ankara önceden kopardığı yaygaraya rağmen itiraz ettiği Rasmussen’in NATO genel sekreteri olmasına onay verdi. Oysa Rasmussen, Peygamber’i hedef alan karikatür ve ROJ TV’nin kapatılmaması konularında Türkiye’yi çok kızdırmıştı! Ama olsun, çünkü NATO’nun Afganistan’daki görevi devam ediyor ve Türkiye hep ISAF komutanlığıyla teselli ediliyordu. Nasıl olsa Afganistan da bir Müslüman ülkeydi ve bir köşesinden BOP sınırları içindeydi.

BOP ise 22 Arap ülkesinden ve bu Arap ülkeleriyle dolaylı dolaysız ilgisi olan beş Müslüman ülkede köklü politik, ideolojik, sosyal, kültürel ve psikolojik değişiklikleri amaçlıyordu. Sonraki ay ve yıllar Batı’nın BOP konusundaki ciddiyetini çok net olarak kanıtlayacaktı. Bu ciddi planlamanın ilk ciddi ve önemli sinyali 14 Şubat 2005’te Lübnan eski başbakanı Refik Hariri’nin öldürülmesiyle geldi. Peşinden İsrail, Haziran 2005’te Gazze’ye kapsamlı bir saldırı başlattı. Bu yetmedi İsrail Temmuz 2006’da Lübnan’a saldırdı. Her iki saldırıda 3.500 kadar Filistinli ve Lübnanlı öldürüldü ama Batılı ülkeler sesini çıkarmadı. Her iki saldırı arasında yaşanan başka iki gelişme BOP için çok önemli kanıtlar veriyordu. Suriye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam Aralık 2005’te Suriye’den kaçarak Paris’e sığındı. 22 yıl süreyle ülkesinin Washington büyükelçiliği görevini üstlenen Bender Bin Sultan ise Suudi Arabistan’a dönerek yeni kurulan Ulusal Güvenlik Konseyi’nin genel sekreterliğine sonra da istihbarat şefliğine getirildi. Sultan, başta Beyaz Saray, CIA ve Pentagon olmak üzere tüm Amerikan kurumlarıyla yakın ve tehlikeli ilişkiler içindeydi.

RICCİARDONE VE SOROS

Kaide ve Taliban’ın kurulmasından ve ABD’nin Arap ve İslam âlemine yönelik tüm pis ve tehlikeli oyunlarında Sultan’ın rol ya da payı vardır. Halen de konumunu koruyan Bender Bin Sultan Riyad’da, Haddam Paris’te, Refik Hariri’nin oğlu Beyrut’ta Suriye ve çevresini dizayn etmeye koyulmuşken Amerika’nın Ankara’daki büyükelçisi Ricciardone Kahire’de çok iyi çalışıyordu. Sayın Büyükelçi 2005’ten başlayarak başta Müslüman Kardeşler olmak üzere Mısırlı muhaliflerle yoğun temas kuruyor ve geleceğe dönük nabız tutup politik gelişmelere yön veriyordu. ‘Arap Baharı’ büyükelçinin o dönem Soros ile birlikte çok iyi çalıştığını kanıtlıyor. Bunun farkına varan dönemin Cumhurbaşkanı Mübarek, Başkan Bush’tan bu adamı derhal görevden almasını istiyor ancak bu isteği 2008 yazında yerine getirilecekti. Gençlik yıllarında İran’da da görev yapan elçi hazretleri Kahire’den Bağdat’a, oradan da Kâbil’e gittikten sonra Ankara’ya geldi. Ankara’ya sık sık gelen başka bir kişi El-Cezir’nin eski genel müdürü Vaddah Hanfar. Müslüman Kardeşler kökenli, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nın Malezya’dan arkadaşı olan ve 2011’de WikiLeaks belgelerinde CIA işbirlikçisi olduğu söylenen ve bundan dolayı görevinden istifa etmek zorunda kalan bu kişi başında bulunduğu kanalı şaşırtıcı bir şekilde Hamas, Hizbullah ve Kaide yanlısı bir kanala çevirmiş ama yönetim kurulunda CIA temsilcilerini barındırmıştı. Herkesin hatırlayacağı üzere Bin Ladin o gizli kasetlerini yalınzca bu kanala göndererek yayınlatıyordu. Hanfar kanalın BOP’a hizmet edecek şekilde örgütlenmesini sağlamıştı. Aynı Hanfer, WikiLeaks’ın patronu 

Assange’yle gizlice görüşerek elindeki belgeleri her ne pahasına olursa olsun satın alabileceklerini söylemişti. Hanfer’in bunu patronu ve Katar’ın Emiri Şeyh Hamed adına yaptığı sonra anlaşılacaktı. Çünkü WikiLeaks’te Emir hazretleri ve güzel eşi Moza (Arapçada Muz) ile ilgili bir iki ön bilgi sızdırılmıştı. Oysa yayınlanan ve medyada tartışma yaratan bu belgelerin neredeyse tümü ‘Arap Baharı ‘ ülkeleriyle ilgiliydi.

WIKILEAKS TESADÜF MÜ?

Durum böyle olunca WikiLeaks’in zamanlamasının tesadüf olduğunu düşünmek saflık olurdu. Hatırlayanlar bilir ki Ekim-Kasım 2010’da yayınlanan ilk belgelerin en önemli hedefi Mısırlı Mübarek, Tunuslu Bin Ali, Yemenli Salih ve Libyalı Kaddafi’ydi. Yok diyenler o günlerin arşivine dönebilir. Yine o dönemin belgelerine bakılırsa WikiLeaks’ın hedef aldığı diğer iki ülkenin Suudi Arabistan ve Katar olduğunu görecekler. Bugün ise bu iki ülkenin yönetimi ‘Arap Baharı’ denilen projede ABD’nin tetikçiliğini yapıyor. Bu iki ülke yöneticilerinin sahibi olduğu El-Cezire ve El-Arabiya televizyonları ‘Arap Baharı’ ve özel olarak Suriye konusunda resmen birer CİA ve Mossad operasyon merkezleri gibi çalışıyorlar. Anlaşılan WikiLeaks görevini bilerek ya da bilmeyerek çok iyi bir şekilde yerine getirmiş ya da kendisi oyuna getirilmişti. O günlerde, “Bu işte bir gariplik var” dediğimde bazıları klasik olarak bana kızmıştı. Oysa bugün o beyler başta olmak üzere hiç kimse WikiLeaks’i hatırlamıyor bile. Ama daha önemlisi 270 Amerikan elçilik ve konsolosluklarından gelen yüz binlerce rapordan yalnızca Ankara ve Arap başkentlerinden gelenler ön plana çıkarılmış ve o zaman da söylediğim gibi İsrail’le ilgili hiçbir belge yayınlanmamıştır. Her şey çok iyi kurgulanmıştı. Nasıl olsa ‘Arap Baharı’ bir ay sonra başlayacak ve WikiLeaks’te hikâyeleri anlatılan Tunuslu Bin Ali, Mısırlı Mübarek, Yemenli Salih ve Libyalı Kaddafi’ye yol görünecekti. En çok belgenin gönderildiği Türkiye’de ise içte değil ama dış politikada çok ilginç ve bir o kadar şaşırtıcı gelişmeler yaşandı, yaşanıyor. Örneğin; Ankara’nın Suriye politikası...

PEKİ, OYUN NE?

BOP kararının alındığı Sea Island Zirvesi’nden sonra sürecin nereye gideceği belliydi. Çünkü bu coğrafyada demokrasi gelecekse ancak İslamcıların zaferiyle gelebilirdi! Çünkü solcu, ulusalcı ve milliyetçi güçlerin zayıfladığı ya da türlü yollara başvurularak zayıflatıldığı bir ortamda ancak İslamcılar gücünü ortaya koyabilir. Çünkü 30-40 yıllık Amerikan işbirlikçisi iktidarlar ; Mısır, Tunus, Fas, Libya, Yemen ve diğer ülkelerdeki kitleleri “dine yönlendirmek” için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Daha açık bir ifadeyle Mübarek, Bin Ali, Kaddafi ve benzerlerinin baskıcı politikaları sonunda bu ülkelerde insanların direnme ve mücadele gücü kalmamış ve insanlar ekmekten başka bir şey düşünemez olmuştu. Umutsuz kalan bu insanlar doğal olarak camilere sığınıyor ve hızla kaderci oluyordu. Çok iyi örgütlenen “İslamcı” gruplar bu insanlara rahatça ulaşıyor ve onları etkiliyorlardı . Çünkü o ülkelerin istihbarat örgütleri liderlerinin de talimatıyla, “Vatandaşı rahat bırakın kaderci olsun” diyordu. Tıpkı Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin Amerikan işbirlikçisi liderlerinin her yola başvurarak ve tüm olanaklarını kullanarak yaptığı gibi.  Ama bu liderler her ne hikmetse ‘Arap Baharı’ndan hiç etkilenmeyecekti.

OYUN BAŞLIYOR...


Önce Tunus’ta halk ayaklandı. Bu yüzde 100 yerli malı bir devrimdi. Peşinden Batı’nın hızla müdahale ettiği Mısır’da Mübarek’e karşı insanlar yürümeye başladı. Sonra Libya halkı 42 yıldır iktidarı elinde tutan Kaddafi’ye karşı ayaklandırıldı. Ancak Kaddafi, Bin Ali ve Mübarek gibi kolay teslim olmayınca Batılı ülkeler “Libya halkını korumak” bahanesiyle bu ülkeyi BM’nin onayı ve NATO’nun kararı ile bombalamaya başladı. Batı’nın Suriye’ye yönelik planı ise Rusya ve Çin’in engeline takıldı. Bu arada Yemen, Umman, Ürdün, Fas ve Kuveyt’te farklı düzeylerde de olsa halk ayaklanmaları yaşandı. Bahreyn’de halk ayaklandı ama Suudi tankları gelip ayaklanmayı bastırdı. Geriye kalan diğer Arap ülkelerinde, yani Suudi Arabistan, Cezayir, Sudan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde bazı kıpırdanmalar olmasına rağmen ciddi bir sıkıntı söz konusu olmadı. 

Ayaklanmaların başlangıcında şaşkına dönen ABD ve müttefiği Batılı ülkeler kısa bir bocalamadan sonra süreçlere bir yerinden katılma çabası içine girdi. Libya’da ayaklanan halkın yanında görünen Batılı ülkeler yanlarına “Arap Birliği”ni almalarına ve Katar ile Birleşik Arap Emirlikleri’nin ajanlarını operasyonlara katmalarına rağmen Arap halklarına, “Biz olmadan başaramazsınız” demeye getirdi. Bununla oyalanan Batılı ülkeler aynı zamanda Büyük Plan’larını uygulamaya başladı.

UYUMLU İSLAMCILAR


Yani Batı; “devrim” yaşayan ülkeler, örneğin Mısır, Tunus ve Libya’da demokratik sürecin sonucunu beklemeden “İslamcı” hareketlere çengel atmaya başladı. Batılı ülkeler bu hareketlere, “Uyumlu olursanız size destek vermeye hazırız” diyerek yeni süreci etkilemeye ve yönlendirmeye çalıştı. Çünkü Batılı ülkeler deneyimleriyle bu hareketlerden nasıl yararlanacaklarını biliyorlardı. Örneğin Batı’ya göre, tümü Sünni olan bu İslamcı hareketlerin iktidara gelmesi durumunda Sünni Arap ülkeler daha kolay örgütlenerek Şii İran’a karşı etkin bir şekilde kullanılabilir. Arap Sünnilerini “Batı’yla uzlaşmayan” Batı; ‘devrim’ yaşayan ülkelerde farklı siyasal, dinsel, mezhepsel, toplumsal, etnik, kültürel ve sınıfsal grupları provokasyonlarla birbirine kırdırmaktan geri kalmayacaktır. Batı; bu yönteme sınırlı da olsa Mısır’da Hıristiyan Kıptilere yönelik provokasyonlarla başladı. Sırada Tunus, Libya ve Yemen var.

BATI'NIN HAÇLI SEFERİ


1916’da Sykes-Picot Antlaşması’yla Arap coğrafyasının haritalarını çizen dönemin emperyalist ülkeleri Fransa ve İngiltere 1917’de Yahudilere destek vererek Müslüman ve Arap toprağı olan Filistin’in Yahudilere bir vatan olarak verilmesini kararlaştırdı. Sevr Antlaşması ise coğrafyamızın 100 yıllık planlanması açısından Batılılar için önemli bir belgedir. Çünkü bu anlaşma ile 1920’de Hıristiyan Ermeniler ve Müslüman Kürtler için birer vatan planlayan Batılılar Lozan’la birlikte bu düşüncelerinden vazgeçmek zorunda kaldı. Ama Filistin’i Yahudilere verme sözü veren ve İsrail Devleti’nin bu topraklarda kurulmasını planlayan ve bunu 1947’de sağlayan Batılılar Kürt konusunu bir yüzyıl sonrasına, yani 21. yüzyıla ertelemeyi de uygun bulmuştu. Çünkü onlara göre bölgenin kendi kontrollerinde kalması için öncelik 100 yıl sürmesi planlanan iki taraflı Müslüman Araplar ile Yahudilerin ( ki yüz yıla yaklaştı ) çatışmasına verilmeliydi. Bu iş bitince bu kez iki taraflı değil dört taraflı bir problem gündeme alınacaktı. Yani Araplar, Türkler, Acemler ve bu üç ulusun ülkelerinde yaşayan Kürtler. Üstelik Acemler gibi Irak’ın yarısı da Şii. Suriye ve Türkiye’de ise Aleviler var. Yani yine işin içinde etnik, dinsel ve mezhepsel faktörler var ve olacak! Belki de bu nedenle Rus lider Putin, NATO’nun Libya’ya saldırmasından hemen sonra Batı’nın sinsi oyunlarının farkına vararak bu ülkeleri ‘İslam Âlemi’ne yönelik Haçlı Savaşı başlatmakla’ suçlayacaktı.

 YURT