AVRUPA’DAKİ TÜRK TOPLUMUNDA OLUŞAN ANLAM BOŞLUĞU! / Abbas UÇAR

 Avrupa’da yaşayan Türk toplumunda özellikle 2000’ li yıllardan sonra gençlerimizi inceleyip takip ettiğim de büyük bir  boşlukta olduklarını görmekteyim. Nedenlerini araştırdığımda dikkatimi çekenler; Din; Mesela Din, bir dönem insanlar için büyük bir anlam sağlayıcı  değerdi.

 Avrupa’da yaşayan Türk toplumunda özellikle 2000’ li yıllardan sonra gençlerimizi inceleyip takip ettiğim de büyük bir  boşlukta olduklarını görmekteyim. Nedenlerini araştırdığımda dikkatimi çekenler; Din; Mesela Din, bir dönem insanlar için büyük bir anlam sağlayıcı  değerdi. İnsanlar, Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına yada daha önceki dini toplulukların inançlarına bakarak bir şeylere inanmaya ve ona göre de yaşantılarına yön vermeye çalışıyorlardı. 

Dini eğitim ve öğretimin, İslami ahlak ve değerlerin yeterince verilememesi nedeniyle  anlam sağlayıcı değerini günümüzde giderek kaybediyor. Bunu iyidir yada kötüdür anlamında değil bir sosyolojik vakıaya işaret etmek istiyorum.

Tradisyon yani gelenek değerler!

Bizden önceki nesiller olaylar karşısında nasıl tepki veriyorlardı, biz nasıl tepki veriyoruz, yada veremiyoruz? Acaba bizim verdiğimiz tepkiler bizden önceki nesillerin verdiği sürekliliği taşıyor mu?                                                  

 Biz Dünyayı  Atalarımız ve dedelerimiz gibi mi yorumluyoruz, yoksa çok farklı biçimde mi?  Aile; Yine çok önemli bir kavram! Günümüzde giderek çözünen bir değer yargısı. 

Avrupalılar da tek ebeveynli ailelerin sayısı giderek artmaktayken, burada yaşayan Türk toplumunda, boşanmalar giderek çoğalmakta ve anne çocuk yada baba çocuk yaşamakta. Çünkü insanların hayattan beklentileri çok çok fazla ve kimse bir başkası için fedakarlık yapmaya kendini hazır hissetmiyor. Bencilliğin yükseldiği bir dünya içinde yaşıyoruz. Geleneksel anlam sağlayıcılar  kaybolmaya doğru gittiğinde o kavramlardan oluşan boşluğu nasıl dolduracağız. İşte Dünya da yaşanan ve giderek, bitişe gelen anlam ve değerlerin boşluğu.  

Gurbetteki gençlerimizle konuştuğum da onların sözlerinden çok ilginç şeyler yakalıyorum. Ben diyor, ben şunu yapıyorum ben bunu istiyorum ve gençlerimiz artık başka insanları anlamaya ve dinlemeye zaman ayırmıyorlar. Genellikle hayatı kendilerinden ve kendi deneyimlerinden başlatıyorlar. Bir önceki neslin deneyimlerini tanımıyorlar ve öğrenmemişler. Bunun hatası da asla onların değil. Çok fazla kitap okumuyorlar ve araştırmıyorlar. 

Dolayısıyla da hayatı sadece kendi deneyimlerinden ibaret olaylar yumağı olarak görüyor ve o yumağın merkezine kendilerini yerleştiriyorlar. O zaman bunalıma girip dikkat çekmek için yada beyinlerini kendilerince rahatlatmak adına madde bağımlılığına kadar hatta intiharlara kadar gidebilen bir boşlukta yani manasız bir hayatta kendilerini mahvediyorlar ve hayatta olduklarını ispatlamaya çalışıyorlar.                                 

Bu arada anlam kaynağı olarak sadece gençlerin değil insanların tamamının kendisine kendi benliğine döndüğünü görüyoruz. Yani ben ne yapıyorsam doğrudur. Ahlakın kaynağına bir yol göstericiye ve hatta ideolojiye ihtiyacım yok, ben iyi olduğunu düşünüyorum iyidir anlayışı oluştu. Bireycilik bir yönde kötü bir şey değil, insanın kendi arzusunu hayallerini ve iradesini harekete geçirmesi! Ama iyi yönde, geçmişin kurumları da bütünüyle masum kurumlar değildi. Geçmişte bazı kurumlar insanlar üzerinde çok baskıcı olmuşlardır. Geçmişin insanları belli bir rolün içinde doğup o rolü yaşayıp ve hayatlarını bitirmişlerdir.   

 İşte geleneksel bazı kurumların çözülmesiyle ortaya çıkan o boşluk benliğin de yükselmesiyle anlamsız ve manasız hayatımızı doldurmaya başlayan kimse için fedakarlık yapmamaya ve sadece bana değmeyen yılan bin yaşasın zihniyetiyle çığ gibi büyümeye başladı. Napolyon’un çok sevdiğim bir sözü vardır! ”Asaletim benimle başlar”                   

Aristokratlara cevaben, sizler babadan dededen asil olabilirsiniz, ama ben sizden daha asilim.  Çünkü ben kendi asaletimi başlatıyorum ve benden sonrakiler benim soyumdan gelenler hep asil olacaklar “der. İşte aynı bunun gibi bizler de kendi benliklerimizin asaletini ilan ettik adeta. 

Martin” Buber”  isminde bir Yahudi ilahiyatçısı çok güzel bir cümle kurmuştur; “Ben ben olmak için bize ihtiyaç duyar” der! Yani benim karşımda bir başkası olmazsa ben ben olamam. O yüzden sadece benlik kaygımızı bırakıp biz olursak yada olabilme becerisini yakalarsak başaramayacağımız hiçbir şey olmaz diye düşünüyorum. İstiklal harbini düşünün. Milyonlarca insanımız ne kadar acı ve ıstırap çekti. Çanakkale savaşında da yüz binlerce şehit verdik. Siperlerde uyudular ama mutlu ve huzurluydular;                                                                              

Çünkü hayatlarına anlam ve mana katan bir amaçları vardı.  Sonuç olarak; Tek yürek tek yumruk olursak, kendimizi ve başkalarını hiç olmazsa bir kısmını koyun olmaktan kurtarabiliriz. Gençlerimizi sonradan güdülenen bir toplum yapmayalım, onların da duyguları ve düşünceleri var zaman ayırıp dinleyelim. Emin olun kendilerini anlatabildikleri sürece onlar mutlu olacaklar sizin bile hayal edemeyeceğiniz şekilde size bile yön verecekler.

Geleceğimizin mirascısı olarak baktığımız gençlerimize zaman ayıralım, dinleyelim, saygı duyalım. İşte o zaman da kendimizi dinletebiliriz…   Saygılarımla,