YAZAR SEMAİL ŞEREN "¹MUTFAKSIZ KADINLAR"º KİTABI HAKKINDAKİ RÖPORTAJINDA:«BENİM İLHAM KAYNAĞIM HZ. ZEYNEP"ºTİR»

Anadolu'nun vatansever, çilekeş ve vefakar Kadınlarının sosyal ve kültürel yaşamlarından kesitlerin sunulduğu, akıcı ve duygulu bir dille anlatıldığı 'Mutfaksız Kadınlar' kitabının yazarı Sayın Semail Şeren'in 24 Ekim 2018'de, 7SABAH ÖZEL'de Aydın Altay ile yaptığı duygu ve mesaj dolu röportajını sizlerle paylaşıyoruz.

Anadolu'nun vatansever, çilekeş ve vefakar Kadınlarının sosyal ve kültürel yaşamlarından kesitlerin sunulduğu, akıcı ve duygulu bir dille anlatıldığı 'Mutfaksız Kadınlar' kitabının yazarı Sayın Semail Şeren'in 24 Ekim 2018'de, 7SABAH ÖZEL'de Aydın Altay ile yaptığı duygu ve mesaj dolu röportajını sizlerle paylaşıyoruz.

Benim de yakın akrabam ve köylüm olan Sayın Semail Şeren'in kitabından bazı bölümleri zaman zaman hem www.belcikaaydinhaber.com sitemizden, hem de 'Belçika Aydın Gaber' dergimizden yayınlayarak sizlerle paylaşacağız.

Röportaj: Aydın Altay   24 Ekim 2018

“Hz. Asiye’yi sarayın tepesinden atan zihniyet ile Hz. Zeynep’i saraya esir götüren zihniyet aynıdır”

Hiçbir sivil toplum kuruluşuna mensup olmadığı halde yaptığı yardımlarla gönüllerde taht kurmuş bir kadın. Hayatında hiç okula gitmemiş, yazı yazmayı bilmez ve fakat yüzlerce kitap okumuş biri… Bununla kalmayıp kitap bile yazmış. Sayısız konferanslarla topluma yön vererek örnek bir anne, bir nene, bir kadın ve fakat direniş ve özgürlüğü kendine şiar bilmiş bir kadın. “Mutfaksız Kadınlar” ismiyle kaleme almış olduğu kitaba onlarca kadının hayat hikâyesini konu etmiş. Kendine model olarak birkaç kadını seçmiş; Asiye, Hacer, Meryem, Hatice, Fatıma ve Zeynep… Kerbela’nın acısını hep yüreğinde hissettiğini söyleyen ve Hz. Zeynep’in hüznünü, acısını ve kıyamını bütün çağlara ışık tutuğunu söylüyor. Semail Şeren hanımefendiden bahsediyoruz… Semail hanım gençlere de öğütleri var; kim olduğunuz bilmezseniz yok olmaya mahkûm olursunuz…diyor.

7SABAH/ÖZEL

Röportaj: Aydın Altay

İşte Semail hanımla çay eşliğinde yaptığımız sohbet:

S-Sizinle çay tadında bir sohbet yapmak istiyoruz. Öncelikle vakit ayırdığınız için teşekkür ediyorum. Sohbetinizin akıcılığını bölmemek için fazla araya girmek istemiyorum. Siz anlatın biz dinleyelim; Semail Şeren Kimdir?

C-Ben 1958 Iğdır doğumluyum. İstanbul’da büyüdüm.  Altı tane çocuğum 13 tane de torunum var.  9 yaşında okumayı öğrenip 10 yaşında da tamamen okumaya başladım. Ama öyle böyle değil, hastalık derecesinde okumaya başladım. Hem okuyorum hem de binlerce kitap dağıtıyorum. Binlerce kitap dağıttım ki kadınları bir nebze olsun bilinçlendirerek hem emperyalizme karşı, hem de siyasi ve sosyal olarak kendimi geliştirdim. Bütün dünya edebiyatını, tarihini, dinler tarihini, peygamberlerin hayatını, kısaca hepsini defalarca okudum. Hatta İslam tarihini en az 10 ayrı yazardan okudum. Bir Müslüman olarak sorgulamaya, doğruyu bulmaya çabalıyorum. İslam’da beni en çok etkileyen yardımlaşma konusu oldu. Elimden geldiği kadar Türkiye’nin en ücra köşelerine kadar gidiyorum. Sivil toplum kuruluşları reklamını yapar, fakat benim çalışmalarım kişisel olduğu için yeteri kadar anlatamıyorum, reklam da yapamıyorum. Gerçi gereği de yok. Çalışmalar sonrasında birçok çocuğa ulaştım, dağlardaki çobanlara kadar kitap götürdüm. Arkadaşlarım vasıtasıyla köylerdeki kızlara, okullara yardım gönderiyoruz, kitap gönderiyoruz.  Elimden gelen desteği yapıyorum. Yani ben bir ev hanımıyım, fakat evde oturma moduna hiç girmedim. Hem çocuklarımı, hem de sosyal hayatımı, ikisini birlikte yürütmeye çalıştım. Ama tabi ki bunun zorluklarını çektim. Ama pes etmedim… Seminerler, konferanslar düzenleyerek insanları aydınlatmaya çalışıyoruz. Arkadaşlarımla sürekli toplantılar düzenledik. Bu manada İstanbul’da ilk kadın toplantısını zannedersem biz yaptık. İmam Humeyni’nın kızını getirdik ve burada bir konferans düzenledik. Bu çalışmanın çok büyük bir etkisi oldu o zaman.

“Hz. ZEYNEP’İN ŞAHSİYETİ ANNEANNESİNİN KİMLİĞİYLE ÖRTÜŞÜYOR”

Bir kadın olarak sizi böyle bir yola sevk eden etkenler nelerdir?

Bir kadın olarak beni bu yola sürükleyen son derece önemli sebepler vardır. Yapığım araştırmalar beni bir sonca götürdü. Hayatta rol model olarak kendime Hz. Asiye’yi aldım. Ben ve arkadaşlarım için bu çok önemlidir. Hz. Hacer de çok önemli. Hz. Hatice ise hepsinden çok daha önemli bir şahsiyettir. Fakat bir de Zeynep var… Bilindiği üzere İmam Hüseyin ve Kerbela faciasının yaşandığı tarihin yıl dönümü nedeniyle yastayız.  Bu vesileyle başta İmam Hüseyin olmak üzere bütün Kerbela şehitlerini rahmet ve minnetle yâd ediyorum. Tabi ki Kerbela’nın ardından tarih yeniden şekillendi. İmam Hüseyin canıyla aziz İslam’ı batıldan ayırdı, orada sağ kurtulanalar ise, o kutsi mesajı gönümüze taşıdılar. Hazreti Zeynep’in burada üstlendiği görev oldukça ağır olmasına rağmen, o rabbine sığınarak ceddinin bıraktığı emaneti bizlere ulaştırdı. Peki, Hz. Zeynep kimdir? Hz. Zeynep Hz. Hatice’nin torunudur. Öyle temiz bir soydan gelmiş ki, peygamberimizi anlatırken soyunu, neslini unutuyoruz. Ama bu kişi ailesiyle, geçmişiyle ve geleceğiyle çok önemlidir. Hz. Hatice öyle bir kadın ki tüm mal varlığını, bütün zenginliğini insanların geleceğine adayan bir kadın. Hz. Zeynep bu nesilden geliyor. Yani oradan öyle bir beslenmiş ki, Hz. Zeynep’in şahsiyeti bence daha çok anneannesinden geliyor. Kendisi de aşırı zengin ve varlıklı olmasına rağmen (peygamber efendimiz Hz. Zeynep’in eşine zengin olsun diye dua etmiş. Zenginliğinin bir sebebi de bu.) Hizmetkârları, rahat bir yaşam için gerekli olan her şeyin kendisinde olmasına rağmen, o da aynı anneannesi gibi hepsini elinin tersiyle iterek hakka yürümüş ve hakkın peşinden gitmiş.

“Hz. ASİYE’Yİ SARAYIN TEPESİNDEN ATAN ZİHNİYET İLE Hz. ZEYNEP’İ SARAYA ESİR GÖTÜREN ZİHNİYET AYNIDIR”

S-Hz. Zeynep İmam Ali (as)’ın kızı ve evli. Evli olduğu kişi son derece zengin ve varlık sahibi. Fakat söz konusu İslam dünyasında cereyan eden bir takım olaylar olunca kardeşini yalnız bırakmadı. İmam Hüseyin (as) iki seçenek karşısında zor bir durumda bırakıldı. Biri zalim sultana itaat ederek biat ve hayatta kalmak, diğer seçenek ise ölümdü.  O yüce insan ölümü tercih etti. Hz. Hüseyin yaptığı tercihle birlikte Mekke şehrini terk ederek Kerbela denilen çöle doğru gitti.  Burada Hz. Zeynep, tüm varlığını geride bırakarak kardeşinin yanında o zorlu yolculuğa çıkıyor. Çağımızda sorulan soruların bazıları: “Hz. Zeynep neden o kadar varlığı elinin tersiyle itti ve her şeye sahip iken bunları neden bıraktı.” En çok da çağımızda “Kadınların orada ne işi vardı?” Diye soruluyor. Fakat Zeynep özellikle Kerbela’dan sonra tarihi bir misyon üstlenecek, dolayısıyla Hz. Zeynep, Kerbela’ya giden İmam Hüseyin’in vefalı dostlarıyla birlikte kardeşinin yanında Kerbela’ya gidiyor. Soru şu: “Neden Kerbela’ya gitti?”

C-Şimdi şöyle bakalım;  Hz. Asiye bütün Mısır’ın melikesi yani kraliçesiydi. O bunların hepsini elinin tersiyle iterek nasıl Allah'ı seçtiyse Hz. Zeynep de hepsini elinin tersiyle iterek o da Allah’ın dinini ayakta tutabilmek için oraya gitti. Fakat o gün Hz. Asiye’yi sarayın tepesinden atarak şehit eden zihniyet, dün de Hz. Zeynep’i esir etti. Aynı zihniyet ve insanlar, Hz. Âdem’den beri hep kutsal olana saldırdı, bundan sonra da saldırmaya devam edecektir. Bunlar hep aynı zihniyetin sonucu. Bunu bizim sorgulamamız lazımken biz oturup “acaba hangi taraf haklıydı” tartışmasını yapıyoruz. Burada sorgulamamız gereken şey “kutsala kim saldırıyor” olmalı. Bunun doğru cevabı da “yönetimdekiler saldırıyor” olmalı.

Biz kitaplarda ve tarihte geçen peygamberlerin ve o kutsal kadınların hayatını bilmezsek Hz. Hüseyin’i de gerçek manada anlayamayız. Hz. Zeynep mesajını öyle güzel bir üslup ve hakkıyla yerine ulaştırıyor ki günümüzde bize düşen de yine insanlığa bunu anlatmak…

Hz. Zeynep, Allah’ın dininin ne demek olduğunu herkese anlatmak istiyordu. Burada Yezid’e diyor ki; “sen kadınlarını saklarken bizi teşhir ettin. Helali haram, haramı da helal ettin. Bu Allah’a reva mı?” Bu o kadar çok önemli bir söz ki, Emevi zihniyetindeki İslam coğrafyasının kan gölüne dönmesinin sebebi bu yapılanlardı. Bütün yük Hz. Zeynep’in üzerindeydi ve o bunu hakkıyla yerine getirdi. O bunu insanlık için yaptı ve Allah’a olan inancı sayesinde ayakta durdu. İmam Zeynel Abidin (as)  Hz. Zeynep için; “Sen öğretmen olmayan alimsin.” derdi. Hz. Zeynep öyle bir kadındı ve Ehl-İ Beyt’e layık bir kadın rolünü de üstlenmişti. Günümüzde ise, ahlaki çöküntü hat safhada. Bizimde ibret alarak Hz. Zeynep gibi olmamız lazım.

“EMEVİ ZİHNİYETİ KADINA DÜŞMANDIR. ONU HAYATIN DIŞINDA TUTMAK İSTEDİ. ZEYNEP BU DÜŞÜNCEYE MEYDAN OKUDU VE KADININ İZZETİNİ, KİMLİĞİNİ KORUDU”

Bütün varlıkların hakkını savunan bir dini yok etmeye çalışanlara karşı çıkan Hz. Zeynep, özellikle bunu bir hükümdarın sarayında yaparak tüm kadınlara da örnek olmuştur. Çünkü bugün bile zalimlere ve zulümle savaşan kadınlara baktığımda bir çıkış kapısı aradıklarını görüyorum. Dünyayı sözde yönetenler tam anlamıyla yönetemiyorlar. Her yerde kan ve zulüm var. Bütün bunlara karşın Hz Zeynep, kadının zulüm karşısında susmaması gerektiğini söylüyor ve kadınların her alanda olması gerektiğini savunuyordu. Bugün zulme karşı herkes sesini çıkarabilseydi, İslam dünyası bu halde olmayacaktı. Çünkü Emevi zihniyet, kadının susması ve köleden daha aşağıda bir konumda olması gerektiği görüşünü dayatıyordu.  Bence bu çok korkunç bir şey…

Mao’nun karısının hayatını okuyun. Ne kadar zulüm gördüğünü göreceksiniz, bu da sözde aydın bir toplumda oluyor. Bu toplumlarda kadın çok aşağılandı. İşte bizim sorunumuz da bu. Neden bu durumda olduğumuzu araştırmalıyız. Bakın Afganistan yok olmak üzere iken bile, mezhep ayrılığını bahane edenler nedeniyle kan akıyor. Ehl-i Beyt’i araştırsak artık bunlar olmayacak. Sorun burada.

Kulaktan dolma bilgilerle yaşıyoruz. Bu yüzden Hz. Zeynep gibi bir kadını bile tam anlamıyla tanımıyoruz. Dinimizi de Ehl-İ Beyti de ve onların yaşantılarını da bilmiyoruz. Sistematik olarak da bunlardan uzaklaştırılıyoruz. Yine dönüp dolaşıp aynı yere, yani Emevi zihniyetine geliyoruz. Biz bu döngüden çıkış yolunu bulamazsak, her zaman da aynı yere geleceğiz. Bunu bir konferansta da söylemiştim. Develer çölün gemileri gibidir. Uzun süre boyunca susuz dayanabiliyorlar. Yolculukları esnasında deve dikenlerini yiyorlar ve bu dikenler ağızlarını kanatıyor.  Kanattıkça da daha çok yiyorlar. Müdahale edilmezse kan kaybından ölüyorlar. Şimdi kan kaybeden bu İslam coğrafyasına mutlaka müdahale edilmeli. Yoksa gerçekten hepimiz bunun sonucunda yok olacağız. İstikrar yok. Bu istikrarı sağlayamaz isek sonumuz da aynı olacak.

“BEN KENDİMİ YETİŞTİRMEK İÇİN MÜCADELE EDİYORUM”

S-Kendinizi anlatırken hiç okula gitmediğinizi ve yazı yazmayı bilmediğinizi söylediniz. Ancak yüzlerce kitap okuduğunuz beliriniz. Bununla da yetinmeyip kitap yazdınız… Yazmayı bilmeyen biri olarak neden kitap yazma gereğini duydunuz. “Mutfaksız Kadınlar”la ne anlatmaya çalışıyorsunuz?

C-Benim bu kitabı yazmamın amacı tüm bu zorluklara rağmen aileyi nasıl yürüttükleri, nasıl güzel evlatlar yetiştirdiler, çektikleri zorluklara rağmen nasıl ayakta kaldılar bunları insanlara anlatmak ve insanların bu hayatlardan ders çıkarmasını sağlamak için… Kapitalist sistem insanı öyle bir sarmalamış ki AVM’leri onların hayatlarından çıkarmak mümkün değil. Topyekûn bir mücadele vermeniz gerekiyor. Şimdi Amerika savaşlarla ve kanla elde edemediği şeyi aile yapımızı bozarak elde etmeye çalışıyor. Televizyonlar ve internet sayesinde yapıyorlar bunu. Atom bombasıyla yapamadığını kültürel emperyalizm ile yapıyor. Bu toplumsal bir sorun ve biz çok büyük bir sorun ile karşı karşıyayız. Nasıl bir önlem alacağımıza yönelim sürekli bir düşünce halindeyim. Bu nedenle bire bir yaşanan olayları hikâye haliyle ele almak istedim.

Beni çok etkileyen birçok hikâyeleri okuyup farklı yaşantılara şahit oldum. Adaletsiz gelir dağılımı özellikle beni çok düşündürüyor. Biz burada müthiş bir israf içindeyken, kırsal kesimlerde basit bir pet şişeye bile muhtaç insanlara rastladım. İşte özellikle bu eşit olmayan gelir dağılımı beni bu kitabı yazmaya itti. Kitapta ki kadınların hepsi gerçekten hayatin içinden aldığım karakterler. Ben bu hikâyedeki kadınları birebir tanıdım ve bir takım ihtiyaçlarını elimden geldiğince gidermeye çalışıyorum.

“ALLAH’IN VERDİĞİ HAKKI BİRİLERİ İSLAM ADINA GASP EDİYOR”

Konfüçyüs’ün bir sözü var. Diyor ki; “Bulunduğunuz her yerde bir mum olun. Bir mum ne kadar yeri aydınlatıyorsa, en azından o kadar yeri aydınlatın. “ Yani ben etrafımdaki hiç bir şeye duyarsız kalmadım. Şahit olduğum dramları kitabımda kısa ve daha basit bir şekilde anlatmama rağmen gözyaşları eşliğinde okundu. Allah’ın insanlara kadınlara verdiği hakları zalimler hiç bir zaman vermiyor. Bu haklar hep elimizden alındı ve alınıyor. Mezhepçiliğe, ayrımcılığa girmek istemiyorum. Ama Hz. Fatıma‘nın mirasını elinden alan zihniyet, kadınlara da hiç bir hak vermiyor. Sözde aşırı dindar, dinde kimseye laf bırakmayan aileler kadınları beş kuruş vermeden kapının önüne bırakıyor. Onları ortada bırakıyorlar. Bunun neresinde adalet ve hukuk var? İşte ben bunu sorguluyorum. İslam bütün bu hakları veriyor, fakat İslam adına birileri bu hakkı gasp ediyor.

Bir şeyi daha unutmadan dile getirmek istiyorum. Hz. Muhammed (sav.) peygamberliğini ilan ettiği andan itibaren ona karşı çıkıp ona karşı savaşan insanlar, onun ölümünden hemen sonra iktidara geldiler. Dediler ki; “Neden Muaviye gibi bir adamı iktidara getiriyorsun ?” Cevap olarak da “onların şerrinden korunmak için “ dendi. İşte bu söz bütün insanlığın felaketine sebep oldu. Emevilerin şerrinden korunmak için İslam coğrafyasının en verimli topraklarını verdiler. Ama yine de o zalimlik devam etti.

“YOKSULLAR İLE SOFRAYA OTURMANIN VERDİĞİ HUZUR BAŞKADIR…”

S-Toplum olarak ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Aile kurumu zedeleniyor. Bu konuda görüşünüz ve tavsiyeniz nedir?

C-Bir şeye daha şahit oldum. Yeni neslin tek amacı lüks yasamak ve bu yaşantıyı dünyaya sergilemek olduğunu gördüm. Kadınların da bu hayatı yaşayamadığı için boşandıklarına şahit oldum. Bunun karşısında dehşete kapıldım. Modern hayata bir açlık ortaya çıktı. Bu da toplumumuzun aile yapısının felaketi oldu. Kitabımı okudukça bunları göreceksiniz. Ben birebir şahit oldum. O zulümlere sabrederek o kadar güzel yerlere gelenler oldu ki, sonunda kraliçe oldular. Ama bunlar daha lüks hayatlar isterken/beklerken sefalete düşüyorlar. Yoksullar ile sofraya oturmak dünyanın en güzel şeyidir. Onlarla sofraya oturunca yaşadığım mutluluğun tarifi yok. Gençler mutlaka bir yoksul sofrasına otursunlar. Bunu herkese tavsiye ediyorum. Dünyanın en lüks yerlerinde de yemek yedim. Ama beni en çok mutlu eden bu oldu.

Ben dini eğitim almış bir insan değilim. Ama bütün gittiğim üniversitelerde özellikle üniversiteli kızlara anlatmaya çalıştığım şey, hayatımda okul görmememe rağmen kendimi geliştirdiğim gerçeğidir. Ben kendimi yetiştirmek için mücadele ediyorum. Ben bunu yapabildiysem siz de daha iyisini yaparsınız diyorum. İslam’ı, dinimizi iyi araştırsınlar ve iyi kaynak, doğru kaynak okusunlar. Bu mübarek kadınların hayatlarını kendi hayatlarına rol model alsınlar. Erkeklere ve genç erkeklere de bütün peygamberlerin hayatını okusunlar ve Ehl-i Beyt’in hayatını okusunlar. Allah Kur’an-ı Kerim’de buyuruyor ki; “Ben size bu tarihi kıssaları anlatmasam siz bunları nereden bileceksiniz? “. İşte o zaman o tarihin içinde büyülenmiş oluyorsunuz. Bütün bunları öğrensinler. Dünyadaki bütün kadınların hareketlerine ve önemli kadınların hayatlarına baksınlar. Lüks hayatlara özenmek yerine ellerindekiler ile yetinsinler. Elindeki ile yetinen insan en zengin insandır. Ben bunu başardıysam mutlaka okumuş insanlar daha iyisini başaracaklardır. İdeolojilerin ve diktatörlerin hayatlarını araştırırken dünyayı kimin yönetmesi gerektiğini öğreniyorsunuz. İdeolojilerin ne olduğunu araştırsınlar ki İslam’ı kavrayabilsinler. Yani ben komünizmi bilmeden İslam’ın değerini de bilemem. Monarşik sistemleri de bilmeden İslam’ı kavrayamam.

Kur’an ve Ehl-i Beyt’ten öğrensinler. 12 imamlar da var. Onlarda kutsaldır. Onların bize verdiği mesajlar önemlidir. Ne olursa olsun kan dökmemeye, kardeşi kardeşe düşürmemeye çalışarak, sürekli bu konu üzerinde durmuşlar. Sünnetle beraber araştırsınlar. Bunların hepsi birleştirilirse müthiş bir zenginlik ortaya çıkar.

Tolstoy’dan örnek vereyim. Tolstoy çok akıllı bir adamdı. Savaş ilgisini çektiği için Kafkasya ya geliyor. Burada Müslüman ailelerin yaşamlarını görünce de Müslüman oluyor. Çünkü çok zeki bir insan. Bütün spekülasyonlara ve engellemelere rağmen bu güzelliğin farkına varıyor. Bütün bozulmalara rağmen Türkiye ve İran’daki Müslümanlar olarak biz güzel ifade ediyoruz. Batıdaki İslam karşıtları da bu tehlike ve bu yayılmayı fark ettiği için önlem alıyorlar.

Ben kendimden örnek vereyim. O kadar acılar çekiyorum ki yine de hayata tutunmaya çalışıyorum. Çocuklarımı yetiştirmeye çalışıyorum. Mücadele etmeye çalışıyorum. Bu kitapla ve bu hayat hikâyeleriyle İnsanlara farklı bir bakış açısı kazandırmak istedim. İnşallah hayırlara vesile olur…

Aydın Altay: Semail hanım, güzel bir söyleşi oldu, bize vakit ayırdığınız için teşekkür ediyorum.

Semail Şeren: Ben teşekkür ederim.